Merhum Halûk Dursun Hoca, “İSTANBUL’DA YAŞAMA SANATI” adlı kitabında İstanbul Kültürüne vakıf olmak isteyenler için bir yelpaze mahiyetinde bilgiler sunar. Özellikle bazı bölümlerde İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü hakkında anlattıkları heyecan verici ve merak uyandırıcıdır.  

İstanbul’un farklı iklim bölgelerinin kesiştiği bir şehir olması ev sahipliği yaptığı çiçek ve ağaç türlerine de yansır. Bu çeşitlilik günümüzde bile şehrin her dönem renkten renge bürünmesini sağlar.

Gelin, önce Halûk Dursun Hoca’nın İstanbullu olmak üzerine söylediklerine bir göz atalım:

İstanbul'da ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’da ağaç ve çiçek kültürü

“İstanbul’da doğmadım, ama İstanbullu oldum. İstanbul’da yaşayıp da bir türlü İstanbullu olamayanlara hep acıdım, onları hiç anlayamadım. İstanbul’u geçmişte bırakıp, nostalji feryatlarına katılmadan elde kalanlarla yetinmeye, onları keşfetmeye çalıştım. 

İstanbulluların, İstanbul’u sevmesi için tanıması, geçmişteki önemini ve tarihî güzelliklerini bilmesi gerekir. Yeni İstanbullu, eski hemşehrilerinin nasıl yaşadığını, hangi güzellik ortamı içinde bulunduğun görüp tadamamış olsa bile, en azından duyabilmeli, öğrenebilmeli ve imrenebilmedir. 

Günümüzde maalesef artık kalmayan ortak İstanbul kültürü, ancak ortak İstanbul tarih bilinciyle oluşturulabilir. Bütünün bittiğini, genel özelliğinin kaybolduğunu kabul etmekle beraber, nelerin kaldığını, ne şekilde korunabileceğini, bunların yeni nesillere nasıl aktarılabileceğini düşünmek ve bu konuda çalışmak da boynumuzun borcudur.”

Haluk Hoca bu yazıda bizi eski İstanbul’u bize semt semt gezdirirken bir yandan da ağaçları çiçekleriyle o günlerin gözümüzde canlanmasını sağlayacak, bize rotalar çizecek…

İşte size İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü üzerine bulunmaz notlar:

Çınar Ağacı

İstanbul’un en yaygın ve en yaşlı ağaçlarından biridir. Çınar, büyük gövdesi, geniş yaprakları ve uzun ömrüyle dikkat çeker. Osmanlı döneminde, şehrin peyzaj mimarisinde ve kültürel anlamda önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı imparatorluğunun gücünü ve hâkimiyetini simgelemiştir. Çınar ağaçları, meydanlarda, cami avlularında, çeşme ve kahvehane önlerinde anıt özelliği taşımıştır. 

İstanbul’un sembol ağaçlarından olan çınar Boğaziçi’nin de “köy bekçiliğini” yapar. Hemen her köyün camiini, iskelesini, kahvesini bekleyen bir çınar bulunur. Tartışmasız en güzeli ise Çengelköy’deki balıkçı kahvesinde olanıdır. Ama Emirgân, Bebek, Kanlıca İskender Paşa Türbesi, Beykoz çınarı, Anadolu Hisarı-Bahriyeli Sedat Bey Yalısı’nın arka bahçesi, Küçüksu – Kıbrıslı Yalısı bahçesi ve Mihrâbâd girişindeki çınarlar ağaçlar nostaljisinin gereksizliğini ve geçerliliğini ispatlayacak boyutlardır. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü – Çınar

Osmanlı çınarı sadece bir ağaç niteliği taşımaz. Hükümranlık, devamlılık, sahiplik arz eder. İlk fetholunan yerlere yapılan namazgah ve çeşmeyle birlikte çınar da kalıcılığın ve üstünlüğün bir ifadesi olarak dikilir. 

Büyükdere çınarı boyutlarında olmasa da Uyuyan Çınar, Bilezikçi Çiftliği, Eyüp, Alemdar, Sultanahmet, Topkapı, Atik Valide, Çengelköy, Göksu Dört Kardeşler, Kıbrıslı Yalısı, Beykoz, Bebek, Rumeli ve Anadolukavağı, Şaşkınbakkal, Mihrimah Sultan Camii çınarları görülmeye değeridir.   

Servi Ağacı

Osmanlı’nın ikinci ağacı, sadece bu dünyanın değil, öbür dünyanın da ağacı sayılabilecek olan servidir. Yanlışlıkla mezarlık ağacı olarak bilinen servi, aslında eski İstanbul’un dekoratif unsurlarından biridir. 

Aşiyan’da olduğu gibi, Boğaziçi’nde deniz seviyesinde, özellikle iskele meydanlarında çınar, tepelerde şemsiye gibi açılmış dallarıyla fıstık çamı, Otağtepe, Burunbahçe, Anadolu Kavağı, Kanlıca, Fethi Paşa Korusu, Büyük ve Küçük Çamlıca, aralarda da koyu, endamlı gümüş serviler birer nöbetçi misali mevzi almışlardır. 

İstanbul için bir serviler şehri diyebiliriz. Eski kültürümüzde mezarların şehrin içinde olması yaşamla ölümü iç içe kılmanın yanı sıra, mezarlar ve türbelerin servilerle kaplı bulunması yer yer servi kümelerinin meydana gelmesini sağlamıştır. 

Ağaç türlerinin seçimi ve dikimi padişahları da yakından ilgilendirmiştir. İzmit, Karamürsel, Yalakdere pazarlarındaki görevlilerden çınar, dişbudak, karaağaç, çitlembik, meşe, defne, erguvan ve ahlat talep edilmiştir. 

Bu arada ahlat ağacına dikkat çekmek gerekirse, çiçek açtığı zaman çok güzel bir manzara arz eder. Otağtepe’den Dolaybağı yoluyla sahile inerken son birkaç yıla kadar bu ahlatlardan bazıları muhteşem görüntüleri ve mevsiminde açan çiçekleriyle gönülleri şad ederdi. 

Servinin olmadığı yerde mazıya Abdurrahman Çelebi denir. İstanbul gibi bir şehre servi yerine mazı dikmek şehre saygısızlık ve kıymet bilmezliktir. Ayrıca I. Mahmud ve IV. Murad’ın hizmetleri arasında Çengelköy-Kandilli civarında servi ağacı dikimi de yer alır. 

Servi ağaçları yağmur sonrasında hoş bir koku bırakır. Eskiden gelinlik kızların çeyiz sandıkları Servi ağacından yapılırmış. Güzel bir kokusu yanında güve gibi haşeratı da uzak tutarmış.

(Gençlere Hayat Bilgisi kitabından)

Manolya Ağacı

Manolya, başka bir “iklim”den gelmiş olmasına rağmen, özellikle Boğaziçi yalı bahçelerini kendisine yurt edinmiştir. Kuzguncuk’tan başlarsak sırayla gider, yalı bahçelerinde yol kenarlarında görür ama en devasalarını Beylerbeyi Sarayı’nın bahçelerinde fark ederiz. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü

Çengelköy’deki koca çınarlar manolyalara geçit vermezler ama Vaniköy’dekiler, hele Kanlıca’dakiler ve ta Beykoz’a kadar sahil boyu bekleyenler müthiştir. Boğaz’ın karşı yakasına geçersek Arnavutköy ve Bebek’te hemen kendilerini gösterip yine anıt özelliğinde olanların Baltalimanı Kemik Hastanesi’nde saklandığını fark ederiz. 

Arada Ihlamur Kasrı’ndakiler, Emirgan-Yıldız Parkı’ndakiler ve daha nice dev manolya… Yaz kış yapraklarını cilalayan, dökmeyen ve mevsimi geldiğinde de su üstündeki nilüfer gibi yaprak arasından beyaz çiçekler gösteriveren, etrafa kokular salan manolyalar, Boğaziçi’nin otuz metre yüksekliğe ulaşan dev manolyaları… 

(Resim ve Heykel Müzesi bahçesinde de nefis bir manolya ağacı vardır.)

Mimoza

İstanbul’a yabancı diyarlardan gelip hayatımızın bir parçası olan mimoza, isim itibarıyla yanlış tanınır. Aslında “gümüş yapraklı gerçek akasya” yahut “acacia dealbata”dır. İstanbul’un, özellikle Anadolu yakasının ve Adalar’ın bahar müjdecisidir. 

Mimoza, İstanbul’un yerlisi değil. Tarihî bir geçmişi ve tabii bir yetişme alanı yok. Eğer insan eliyle getirilip dikilmezse kendiliğinden yetişmiyor. Yani Hüdây-ı nabit değil. Tıpkı manolya, gardenya, kamelya, zakkum, aslanbıyığı, gülibrişim, avize çiçeği, palmiye vs. gibi yabancı kaynaklı egzotik bir bitki. 

Bizim mimoza olarak bildiğimiz aslında acacia dealbata (gümüşi yapraklı gerçek akasya)’dır. Anayurdu Avustural’ya’dır. Ve küstümotugillerdendir. Kumlu ve kuvvetli toprakları sever. Beş metreden fazla boylanarak çalı kümesinden çıkar ve ağaç unvanını kazanır, ama on beş metreyi geçemez. Yapraklarının rengi açık yeşilden mavi yeşile kadar değişen varyasyonlar gösterir. Parlak sarı renkte olan çiçekleri kar tanelerini andırır. Sürgünleri ve genç yaprakları tüylüdür. Sarı çiçeklerini toplayabilmek için dallarıyla birlikte koparmanız gerekir. 

En büyük rakibi erguvandır. Onun gibi İstanbul kültürüne ve Boğaziçi’ne girebilme imkânına sahip olamadığından, kendisine göre bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Adalar’a sığınmıştır. Oranın yerli Rumları tarafından ilk defa mimoza ismi kullanılmış ve galat-ı meşhur olarak yayılmıştır. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü -Mimoza

Attila İlhan’dan öğrendiğimize göre, eski İstanbullular “amber” ismini de kullanırlarmış. Malum, Adalar Bizans döneminde bir sürgün yeriydi. Sayfiyeye dönüşmesi çok sonradır. Mimoza da Büyükada’da merkez üssünü kaymakamlık bahçesine kurmasının ardından gözünü karşıya, Anadolu yakasına dikmiş ve ne yapmış etmiş, kapağı önce Dragos’a, sonra da Maltepe sırtlarından Başıbüyük Tepesi yamaçlarına atmayı başarmıştır. Bütün bu sızma ve yayılma operasyonları sırasında hep “kod ismi” mimozayı kullanmıştır. 

Büyükada’yı kurtarılmış bölge yaptıktan sonra şimdi de Maltepe Köprüsü’nden Süreyya Paşa Hastanesi’ne giden yolda sağ cenahı kendisine pilot bölge olarak seçmiş ve mevzi bir başarı elde ederek sokağın ismini bile “Mimoza” olarak yazdırmıştır. 

Mimoza, İstanbul’daki bütün dezavantajlara karşın çok güçlü bir silahı kullanma imkânına sahiptir. Sadece bir kerelik atış gücü ve etkisi olan bu silah, Büyükada’dan başlamak üzere İstanbullulara baharın geldiğinin müjdesini verme imtiyazıdır. Anadolu’da ve kırlık alanlarda bademlerin, eriklerin yapmış olduğu bu işi İstanbul’da mimoza ifa eder. Bu sayede diğer bütün bitkilerden erken davranarak “ilk olma” şerefini kazanır. Bu rüçhan hakkı sayesinde erguvana nasip olmayan bir şekilde özellikle Kadıköy İskele Meydanı’nda para karşılığı alıcı bile bulur.

Erguvan Ağacı

Erguvan ağacı da bahar aylarında pembe renkli çiçekleriyle Boğaz’ı süslemiş, İstanbul’un simgesi haline gelmiştir. Erguvan, Boğaz’ın kıyılarında yetişen bir ağaç türüdür. “Çiçekler arasında İstanbul’un alametrifarikası olma özelliğini taşıyan erguvan ağacı, aynı zamanda “imparatorluk kültürü”nün bir ürünüdür. 

Hem Roman-Katolik hem Grek hem de Türk-İslâm çevrelerinde hep itibar görmüş, baş tacı edilmiştir. Hıristiyanların, özellikle- Vatikan’ın inancına göre Hz. İsa’yı ihbar eden Yahuda İskaryot’un kendini asması dolayısıyla daha önce beyaz renkteyken utancından kıpkırmızı kesilir. Ama eski beyazlığından da bir şeyler taşıyarak erguvani rengi oluşturur ve Mayıs’ta İstanbul’a damgasını vurur. Gerçi erguvan Hristiyanlığın yahut en azından Bizans’ın ağacıdır ama biz onu “imparatorluk kültürü” anlayışımız içinde eritiyor, asimile ediyoruz. 

İstanbul'da ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’da ağaç ve çiçek kültürü – Erguvan ağaçları ve İstanbul

Rumeli yakasında Yıldız Parkı, Yahya Efendi Dergâhı’nın Korusu, Ortaköy Ali Saib Korusu, Kuruçeşme Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi Korusu, Bebek Arifi Paşa Korusu, Naile Sultan Korusu, Emirgân Korusu, İstinye Koyu Korusu, Kalender Korusu, Tarabya’da Fransa, Almanya büyükelçiliklerinin Korusu, Huber Köşkü Korusu, karşı tarafta ise Fethi Paşa Korusu, Vaniköy’ünde Papaz Korusu, Kandilli’de Cemile Sultan Korusu, Çubuklu da Hidiv Korusu ve Beykoz Korularında. 

Erguvanı Boğaz’da görmeli, karadan geçip gitmek hem Boğaz’a hem de erguvana hakarettir. İstanbulluların Boğaziçi vapurlarında her iki sahili görecek bir yerde oturup erguvanları Boğaz’da seyretmeleri gerekir. Ahmet Hamdi Tanpınar ise Beş Şehir’de gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa onun erguvan olduğunu yazıyor.

“BAHAR OLDU GÜZEL EVDE DURULMAZ

BU MEVSİMDE ERGUVANA DOYULMAZ.”

Mor Salkım

Boğaziçi’nin erguvandan sonra bir diğer tabii dekoru ise mor salkımdır. O erguvan gibi hüdâ-yı nâbit olmayarak insan eliyle dikilip büyütülür. Erguvan koruların kıyıların çiçeği olma özelliğini taşırken, mor salkım konakların, köşklerin yanı başındadır. 

Ağaçların beline sarılmış, kollarıyla dalına uzanmış hep aşk halindedir. Malum sarmaşık “aşk” kökünden gelir. İstanbul’da araması en zor olan nesnelerden birisidir. Çünkü doğrudan göz önüne çıkmayıp, hep geride kalır, kuytu köşeleri sever. Boğaziçi’nde hâlâ birçok yalının bahçesinde, ağaçlar üstünde yahut kameriyenin gölgeliğinde, bazen Küçüksu’da olduğu gibi bir kır kahvesinde mor salkım her köşeye yar ağyar demeden ülfet eder. 

Köşkler, konaklar ve yalılar bir bütün içinde incelenmesi güç de olsa tek tek aranıp bulunduğunda geneli ve bütünü anlatabilecek durumdadır. Akbıyık, Edirnekapısı, Zeyrek, Göztepe ve Üsküdar’da olduğu gibi. Fakat Boğaziçi’nin tenha sokaklarında, Beylerbeyi’nde, Anadoluhisarı’nda, Kandilli’de, Kanlıca’da; öbür yakada ise Arnavutköyü’nde, Emirgân’da, Bebek’te, Rumelihisarı’nda, Büyükdere ve Tarabya’da arayanın bulacağı örnekler hâlâ mevcut. Bunlardan en güzeli Defterdar Camii duvarında sarılı olan mor salkımdır.

Sümbül

İstanbul’un en eski çiçeklerinden biridir. Sümbül, kışın sona erdiğini ve baharın geldiğini müjdeleyen bir çiçektir. Hem güzel kokusu hem de renkli görüntüsüyle İstanbul’u neşelendirir. Aynı zamanda divan edebiyatında sevgiliyi, aşkı, özlemi ve hüznü anlatmak için kullanılan bir çiçektir. Uzun müddet sert olan hava bugünlerde sümbülîleşti.

Hava-yı sünbülide seyr-i sünbülzar âlâdır 

Zemini asumanı gösterir özge temaşadır. 

Gene gömgök tere batmış çıkageldi çemene 

Nevbahar oldu diye verdi haberler sünbül

İstanbul’da çiçek yetiştirmeye önce gül ile başladım. Son merakım ise sümbül. Çocukluğumun kokuları olan leylak, beyaz zambak ile, ahşap evimizin tahtalarına kadar sinen sümbül. Sümbül sevdası ben de öylesine büyüdü ki, bunun için özel geziler yapar oldum. Bunlardan birini de Eskihisar’a giderek gerçekleştirdim. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü

Eskihisar’ı seçmem tesadüfi değil. Osman Hamdi Bey’in buradaki köşkünün bahçesinde sümbülcülük yaptığını biliyordum. Bu geleneğin devam edip etmediğini öğrenmek amacıyla gidip müspet sonuç alınca pek sevindim. Köyde Lütfü Acar isimli bir sümbülcünün bahçesini bulduk, bize rengarenk açmış sümbüllerinden demet demet hediye etti. 

Sümbülde beni çeken sadece kokusu değil, yukarıda zikrettiğim Baki’nin sümbül kasidesindeki beyitini her bahar ilk sümbülü görüşümde söylememin zevkidir. Gerçi seracılar kış ortasında sümbül çıkarıp tabiatın dengesini ve benim de o beyiti vakt-i merhununda söylememin zevkini öldürüyorlar, ama elden ne gelir. İstanbul’da daha önce aynı haddini bilmezliği meşhur çiçekçi Sabuncakis keferesi de yaparmış.

Sümbülde beni çeken diğer bir taraf da hilkatinden geliyor. Kupkuru, neredeyse çürümeye yüz tutmuş bir soğan alıyorsunuz, onu sonbaharda toprağa gömüyorsunuz ve size nefis bir görünüm ve hoş bir kokuyla ilkbaharda cevap veriyor. Bu mucizeye ne denir:

Severim her güzeli Sen’den eserdir diyerek

İstanbul’da sümbül deyince hemen akla gelen Koca Mustafa Paşa’daki Sünbül Efendi Dergahıdır. Bu hafta özellikle sümbül açısından incelemek üzere külliyeye gittim. Dört bir tarafını gezdim. Sadece türbede, sandukanın başucunda küçük bir şişede birkaç sap sümbül bırakılmış. Sümbül adını taşıyan koskoca alanda ne Allah için ne de tarikatın piri Sünbül Efendi Hazretleri için bir tek soğan sümbül ekilmemiş. Sanki alay eder gibi naylondan yapma çiçek buketi içindeki sümbüller türbeye asılmış. Hemen ertesi gün en güzel sümbülümü saksısı ile beraber türbeye gönderdim. Türbedar Hanımefendiye teslim edildi, ama kapalı mekânlarda kaç gün yaşar ki! 

İçinde dört ayrı vakıf bulunan ve milyarlar toplanan külliyede hiçbir zevk-i selim sahibi Müslümanın aklına özel bir sümbül bahçesi yapmak gelmemiş. Hela kapılarına kadar el atılmış, kilitli ayakkabılıklar yaptırılmış, mezarlık telleri değiştirilmiş, fakat şu âna kadar açmış tek bir sümbül soğanı bile ekilmemiş. Halbuki gönül isterdi ki, orada bir sümbül cümbüşü olsun. Her renk, her çeşidi bulunsun. En azından sandukanın etrafı bizim gibi hariçten gelenlerle dahi olsa sümbül saksılarıyla doldurulsun! Sümbülsüz Sünbül Efendi olmasın.

Gül hazin sünbül perişan, bağzarın şevki yok, 

Geldi amma neyleyim sensiz baharın şevki yok

Gül

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden Belde-i Tayyibe’nin “gülleştirilmesi”ni, gülle donatılmasını talep ediyoruz. Fatih Sultan Mehmet’e ecdadının “İslâmbol’u aç, gülzar yap” şeklindeki tarihî hedefine uygun olarak bu “mutluluk şehri’nin büyük bir kampanyayla bir “gülistan’a dönüştürülmesini, bir gülistan olmasa bile en azından “gülşen”lerle donatılmasını gönlümüzden geçiriyoruz. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü – Gül

Meşhur mutasavvıf Ümmi Sinan şiirindeki şehri tarif ederken “bağı, duvarı güldür gül” diyor. Demek ki, sadece gül bahçeleri yetmez, duvarların da sarmaşık güllerle donatılması gerekir. İstanbullular tıpkı yüz bin ağaç kampanyası gibi elli bin gül bizden, elli bin gül sizden anlayışıyla derhal teşebbüse geçmeli. Artık yerli mi olur yoksa yabancı mı bilmem, amma hazırlıklar yapılmalı, güller tedarik edilmeli ve yeni kampanya başlatılmalıdır. Tıpkı Emirgan’daki Lale Bahçesi gibi sadece güllerden meydana getirilmiş bir bahçenin açılması bu kampanyada ana hedef olmalıdır. 

Herhalde isminden dolayı bu özel bahçe Gülhane’de açılabilir. Bu işin yürütülmesini Park ve Bahçeler Müdürlüğü üstlenebilir. İstanbul’da Gül Baba Türbesi ve Gül Camii’nden sonra bir de “gül bahçesi” olabilir. Daha önce Turing Kurumu adına bakımı yapılan Çubuklu, Hidiv Kasrı, Malta Köşkü ve Çamlıca gül bahçeleri vardı. Şimdi de bu kısmen Fenerbahçe’de devam etmektedir. Ama tarihi sorumluluk itibarıyla Belde-i Tayyibe’yi Büyükşehir Belediyesi’nin gülzar yapma faaliyetini üzerine alması gerekmektedir. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü

Bugün Gülhane Parkı, ağaçlarından ve adını aldığı güllerinden ziyade hayvanat bahçesiyle tanınmaktadır. Halbuki bir zamanlar Topkapı Sarayı’na gül yetiştirilen bu bahçe şimdi de aynı özelliği taşıyabilir. Sadece küçük çapta dar alanlarda değil, büyük boyutlarda gül bahçeleri Gülhane’nin alametifarikası olabilir. 

Eskiden kültürümüzde “bahçe yapmak” tabiri kullanılırdı. Bazı alanlara, özel kişiler yahut devlet bahçe yapardı. Tıpkı cami yapmak, hamam yapmak, çeşme yapmak gibi. Yani bu bir hayır hizmetiydi. Şimdilerde birçok güzel âdetimiz gibi bu da unutuldu gitti. İstanbul’a gül bahçeleri yaparak Büyükşehir Belediyesi bu tarihî geleneği de yeniden başlatma şerefine sahip olabilir. Teklif bizden, gayret ve himmet sizden! 

Son söz Hacı Arif Bey’den; 

Açıl ey gonca-i sadberk yaraşır 

Sana gülzarda gezmek ne çok yaraşır 

(Hicazkâr)

Meraklısına notlar

1. Sadberk “rosa centifolia” yüz yapraklı bir gül çeşididir. Türünün en makbullerindendir. Gül, havadar orta güneşli yerlerde killi ve kumlu toprakları sever. İyi gül yetiştirilmek için sulamaya çok önem verilmeli, toprak en aşağı 15-20 santime kadar ıslatılmalıdır.

2. Çiçeklerden yayılan koku, günün saatlerine göre değişir. Gülü havanın hafifçe nemli olduğu sabah saatlerinde koklamak lazımdır. Çok sıcak ve soğuk havalarda koku özelliğini kaybeder. Mayıs ve haziran “koku ayları”dır. Gülü koklarken özenle sapından tutmalı ve hafifçe sallamalıdır.

3. Türkiye’de ticari gül yetiştiriciliği Bulgaristan göçmenlerinin Kızanlık’tan getirdikleri güllerle yayılmış, Isparta, Afyon, Aydın, Adana ve Yalova’da odaklaşmıştır. Eskiden bu şehirlere Edirne’yi de ilave edebilirdik. 

Tarihimizde İstanbul’da da Hekimbaşı Salih Efendi, Necmettin Okyay gibi meşhur gül yetiştiricileri çıkmıştır. İstanbul’da benim en beğendiğim gül bahçesi ise Çubuklu Kasrı’ndaki Çelik Bey’in gülşeni idi. Doğrusu Gülersoy’a da bu yakışırdı…

4. Bu yazım üzerine Park ve Bahçeler Müdürlüğü Göztepe’de güzel bir gül bahçesi yaptı. Görmeyenlere tavsiye ederim.

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü – Mimoza

Bu yazıyı Halûk Dursun Hoca’nın “İstanbul’da Yaşama Sanatı” kitabından derleyen ve yapay zekâ yardımıyla oluşturduğu fotoğrafları için GÖKHAN GENÇ’e çok teşekkür ederim. 

Gökhan’ın kaleminden daha fazlasını okumak isterseniz USLU KAFALAR’a, yapay zeka ile ilgili çalışmaları için RUPSANATAI sitesine ve ULAKBERİD instagram sayfasına göz atabilirsiniz. 

Çiçeklerle ilgileniyorsanız “GÜZEL KOKAN ÇİÇEKLER” yazım da hoşunuza gidebilir.

Seyahat etmeyi seviyorsanız güncel geziler ve fotoğraflar için instagram sayfamı ziyaret etmeyi unutmayın: FİGEN KOKOL

Yorumlar kapandı...