İklim krizi sanırım insanlığın karşı karşıya kaldığı en önemli ve karmaşık sorunlardan biri. Tek buluşla ya da tek bir ülkenin çabasıyla da kendi başımıza çözebileceğimiz bir soruna da benzemiyor. Son 50 yıldır adını fazlaca duyduğumuz iklim krizini çözmek için en kritik şey iş birliği ama büyük ve küresel boyutta bir iş birliği gerekiyor. Tabii ki, bireysel farkındalık ve çabalar da çok önemli. 1,5 yıldır bu konuda yayın yapan ve bu karmaşık konuyu anlamamıza yardımcı olan Esmiyor Podcast bu yazıda benim konuğum. 

Başlangıçta otuzar dakikalık yayınlarla başlayan podcastler Derin Altan ve Utku Güven tarafından hazırlanıyor. İklim krizini her hafta farklı bir konukla, farklı açılardan ele almaları benim en sevdiğim yanları. Kaplumbağalardan komple teorisine, modadan psikolojiye birçok başlık burada var. Bugüne kadar Açık Radyo kurucusu Ömer Madra, gazeteci Özgür Mumcu, Kutup Araştırmacısı Burcu Özsoy, şef Mehmet Gürs, Psikolog Beyhan Budak, Youtuber Barış Özcan, Çevreci Geek, gezgin Kerimcan Duman, oyuncu Mert Fırat gibi birçok ismi konuk ettiler. 

Benim iklim krizi araştırmalarım sırasında denk geldiğim ikilinin podcastlerini artık merakla bekler oldum. Bu röportaj teklifimi instagramdan yaptığımda kabul ederek beni inanılmaz mutlu ettiler. Utku maalesef yoğunluğu nedeniyle röportajımıza katılamadı ama Derin’e hem Esmiyor ve hem de iklim krizi üzerine en merak ettiklerimi sordum. 

Esmiyor Podcast nasıl başladı?

  • Merhaba Derin… Öncelikle Derin Altan ve Utku Güven kimdir? Biraz kendinizden biraz Esmiyor’dan bahseder misiniz? Her şey nasıl başladı?

İkimiz de avukatız. Ben White & Case isimli hukuk firmasında sermaye piyasalarında çalışıyorum, Utku ise o zaman Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Mülteci Yüksek Komisyonu’nda saha görevlisi olarak çalışıyordu. 

İklim krizi, ikimizin de kafa patlattığımız bir konuydu. Hatta bu konuda internette ciddi araştırma yaptığımız zaman ortaya çıkan tabloya baktığımızda “Nasıl her şeyi bir kenara bırakıp sırf bunu düşünmüyoruz, herkesin konuşması gereken tek konu bu şu anda” diyorduk. Covid başladığı zaman herkes gibi biz de eve kapanmıştık, vaktimizi nasıl verimli kullanacağız, diye düşünürken önce Amerika’da var olan ve doğa sporları, tırmanış, iklim krizini bir araya getiren Protect Our Winters’ı Türkiye’ye getirmek istedik. 2020’de Amerikan seçimleri vardı. Lobi faaliyetleri nedeniyle yoğun olduklarını söyleyerek kibarca bize “sizinle uğraşamayız” dediler. 

O dönemde Türkiye’de yavaş yavaş podcastler artmaya başlamıştı, çok yakından takip ediyorduk. Utku’ya “Hadi, gel biz de podcast yapalım” dediğimde o, önce “bizi kim dinlesin” dedi. Ben iklim konusunda İTÜ’de yüksek lisans yapıyorum, orada bir sosyal çevremiz, ilişkiler ağımız birikmişti. Yola çıkarken amacımız bu kişileri podcastlerimize davet edip onlara, herkesin aklında olan soruları en basit şekilde sorup öğrendiğimiz cevapları herkesle paylaşmaktı. Çünkü biz her ne kadar bu konuda okuyor olsak da konunun uzman değildik. 

Aralık 2020’de başladık

İlk bölümümüzü ekim ayı gibi planlamıştık ve Ömer Madra’yı konuk almak istiyorduk. Ancak Açık Radyo’nun 25. yılı olması nedeniyle Ömer Bey çok yoğundu planlarımızı biraz erteledik.  Sonuç olarak 26 Aralık 2020’de Ömer Madra ile ilk yayınımızı gerçekleştirdik. 

Bu podcastleri kaydederken belirli noktalarda dönüşümler oldu. Mesela mart ayında henüz bizi çok az insan dinlerken Türkiye’nin en iyi podcast üretim mecralarından olan PodBee Medya hayatımıza girdi. Daha sonrakini ise orman yangınlarında yaşadık. Belki hatırlarsınız yangınlar sırasında her kafadan bir ses çıkıyordu. Bu bilgi kirliliğinin içerisinde farklı bir şey deneyerek Instagram’dan uzmanlarla canlı yayınlar yaptık, onlara kendi sorularımız yerine katılımcıların sorularını sorduk. Herkesin buna o kadar ihtiyacı varmış ki, çok başarılı oldu. 

  • Yoğun ve başarılı geçen bu 1,5 yılın ardından şu anda Esmiyor Podcast nereye gidiyor, farklı planlarınız var mı? 

Eskiden Esmiyor Podcast’ti şimdi Esmiyor olarak bambaşka bir noktaya doğru ilerliyoruz. Podcastler sırasında şunu anladık, bu bilimsel verileri üretmek başka, bunun iletişimini yapmak başkaymış. Zaten dünyada ‘bilim iletişimi’ diye bir konsept var. Biz de bu konuya odaklanmaya, kendi etkinliklerimizi yapmaya başladık. Panel, seminer gibi klasik şeyler değil ama farklı çarpıcı şeyler yaparak insanların dikkatlerini çekmeye, farkındalık oluşturmaya çalışıyoruz. Kendimiz bir şeyler anlatmak değil de Türkiye’deki ya da yurtdışındaki insanları buradaki insanlarla tanıştırmaya çalışıyoruz. Aslında biz aracıyız, gerçekten ihtiyacı olanları bir araya getirmek, birleştirmek istiyoruz.

Aynı zamanda sürdürülebilirlik iletişim danışmanlığına odaklanmış durumdayız. Bu alanda çalışmak isteyen çok fazla insan var ve nereden başlayacaklarını bilemiyorlar. Ve biz bu konuda kafa patlatmak isteyen gençlere, bu alanda çalışmak isteyenlere kendi projelerini geliştirebileceği bir platform oluşturmak istiyoruz. Medya platformu tarafını güçlendirmeye çalışıyoruz. 

Şu an üzerinde çalıştığımız projelerden biri de Portekiz’deki Okyanus Konferansı’nda tanıştığımız  “Earth Journalism Network –  Dünya Gazeteciler Ağı’ ile Türkiye’de eğitim düzenlemek. 

  • Yaklaşık iki yıldır 70’in üzerinde bölümde iklim krizini konusu işliyorsunuz. Birçok uzmanı ağırlayarak iklim krizini çok farklı yönleriyle incelediniz. Sanırım en kritik soru, dönülmez eşiğe geldik mi sorusu… Ne diyeceksin bu konuda?

Dönülmez eşiğe gelip gelmediğimizi aslında bilim adamları bile bilmiyor. Bu konuda herkes gibi bilim insanları arasında da fikir ayrılıkları var. Ben öncelikle şunu söylemek isterim bilimsel metoda, Karl Popper’a hayatımda çok kerteriz almış bir insan olarak, bilimin ışığı bizi hep iyi bir yere götürür, diye düşünüyordum. Ancak Covid 19 süreci beni bayağı bir hüsrana uğrattı. Önce yarasalar sonra laboratuvardan sızma, dediler. Bu tarz bir olay örgüsünde bile politikanın işe karıştırılmasını çok güvendiğimiz bilim insanlarından görmek benim çok üzdü. Bunu iklim alanına yaydığımızda da çok farklı sesler duyabiliyoruz. 

Dönülmez eşiği geçip geçmediğimizi bilemiyoruz. Bildiğimizi iddia etmemizin de insanların kendini dev aynasında görmesi anlamına geliyor bana göre. Dünyanın biyolojisini oluşturan farklı katmanlarını bırakın anlamayı, katmanların neler olduğunu konusunda hala yeni şeyler ortaya çıkıyor. Mesela IPCC’nin 6. Raporu’nda, “permafrost yani daimî buzulların” erimesi konusu ilk defa işin içine girdi. Bunların etkilerinin ne olacağı, aşağıda ne kadar karbon yutaklarının olduğu hakkında çok fazla bir fikrimiz yok. Ayı tamamen haritalandırmış olabiliriz ama okyanuslarımızın %70’ini daha haritalandıramadık. O yüzden “dönülmez eşiği geçtik” gibi bir cümle 4,54 milyar yıldır var olan bir yer küre için çok büyük bir iddia. Bu yer küreye gezegenler çarpmış ay oluşmuş, 80 milyon yıl önce asteroit çarpmış dünyadaki hayat 5-6 kez sıfırlanmış. 

Ancak şunu çok kolayca söylemek mümkün, gittiğimiz yer yer değil. Özellikle de bazı insanlar için hiç değil. Özellikle Kanada gibi hem zengin hem de bulunduğu paralelden dolayı iklim krizinden daha geç ve de az etkilenecek ülkeler için… Bu ülkeler daha az etkilenecekken Türkiye gibi ülkeler çok daha sert bir şekilde etkilenecek. Hadi bizi geçtim biz yine bir şekilde kendimizi kurtarabileceğimizi düşünürsek Bangladeş, Pakistan, Hindistan, Afrika’nın birçok ülkesi, Güney Amerika gibi küresel güneyi olağanüstü olumsuz etkileyecek bir konu. 

Herkes için aynı değil!

O yüzden dönülmez nokta Angola’daki bir çocuk için farklı, Montreal’deki bir çocuk için farklı. Maalesef dönülmez nokta ABD, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya, petrol zengini ülkeler, Avrupa Birliği için daha sonra iken Vanuatu, Fiji gibi denize kıyısı olan ülkeler için süreç hızla ilerliyor. Konuya belki de bu şekilde bakmak daha iyi olabilir.

Bilim insanlarının üzerinde yüzde 100 anlaştıkları iki konu var: İlki, iklim son yüzyılda daha önce hiç olmadığınca hızlı ve olağanüstü bir şekilde değişiyor. İkincisi de şu anki değişimin en büyük kaynağı insanlar…

  • Ben de bu “yok oluşları” soracaktım… Dünya bugüne birkaç kez yok oluş yaşadı. Sanırım bu seferki öncekilerden biraz daha farklı. Bu noktaya nasıl geldik?  

Evet, bu yok oluşun sebebi diğerlerinden tamamen farklı. Yaklaşık 60-70 yıldır da bütün büyük şirketler yapmış oldukları faaliyetlerin iklim değişikliğine sebep olduğunu biliyorlar. ExxonMobil, BP’nin, Shell’in iç kayıtlarına baktığımız zaman bunu görebiliyoruz. 

Bunun kaynağını oluşturduğunuz medeniyetin tamamen çevreye duyarsız bir şekilde kurgulanmış bir sistem olmasına bağlıyorum. Ben hep bir gofreti 2 liraya nasıl alabildiğimizi düşünürüm. Çünkü bunun paketlemesi var, renkleri var, Afrika’dan gelen kakaosu var, bin türlü süt ürünü var. Demek ki, bunun 2 lira olabilmesi için ya birisinin emeğini ya birisinin doğasını ya da birinin ekolojisini bir kenara bırakıyoruz. Maalesef büyüme kaygısı, GSMH gibi birtakım rakamlara olan fetiş takıntılar nedeniyle doğa ve ekoloji arka plana atılmış durumda. 

Bir gün bile kalması problem…

Ben doğduğumda bile mikro plastik diye bir olayın varlığından haberimiz yoktu. Hatta mikro plastik terimi 3-5 sene önce konuşulmaya başlandı. Problem, plastiğin 300 senede çözülmesi sorunu değil, plastiğin doğada bir gün bile durmaması lazım. Çünkü o çözünürken buharlaşmıyor ki. Önce küçük parçacıklara ve sonra daha da küçük parçacıklara bölünüyor. Bizim, bitkilerimizin, böceklerimizin diğer canlıların vücutlarında zehirli bir atık olarak kalıyor. 

Aslında seneler içerisinde bizim bu mücadelede geliştirdiğimiz yöntemlerin bile mevcut ekonomik sistem ve kalkınma düzeneği çerçevesinde hatalı olduğunu fark ettik. Bu olay sistemsel bir olay.  3 dakika suyu kapamayla, plastikle ilgili bir şey değil. Tamamen dünyaya bakış açımızı değiştirmemiz gerekiyor. 

  • İklim adaletsizliği konusu da çok tartışılan konulardan biri, değil mi?

İklim krizi öyle bir fenomen ki mevcut adaletsizlikleri bulup daha da derinleştiren bir konu. Belki denizci olanlar çok iyi bilir, gemiyle çıktığınız zaman eğer geminizde bir delik varsa deniz onu bulup daha da derinleştiriyor. İklim krizi de biraz o şekilde. Cinsiyet eşitsizliği, gelir adaletsizliği, suya erişim, adaletli bir şekilde gıdaya erişim gibi konularda çok daha büyük bir noktaya getiriyor bizi iklim krizi. Bunun üzerine de iklim göçlerini eklerseniz, dünyanın maalesef en fakir bandını, 33 paralel kuzey ve 33 paralel güney arasını en çok etkiliyor. Ki bu kesimde de maalesef çok insan yaşıyor dünyada. 

İklim krizi maalesef bu adaletsizlikten tokadı yemiş yerleri daha fazla etkileyecek. Özellikle güvenlik, gıda, su ve yaşam alanları noktasından. Temiz suya erişiminin hala %50 olduğu bir dünyadan bahsediyoruz maalesef. Biz her ne kadar çok çok zengin bir ülkede yaşamasak da temel olarak ihtiyaçlarımız bir şekilde karşılanıyor. Şu anda evinizde kanalizasyon, elektrik, başınızı koyabileceğiniz bir yer varsa, hele bir de 24 saat sıcak suyunuz varsa dünyanın en şanslı %10’u içerisindesiniz. Bunu bilmek aslında çok fazla şeyi değiştiriyor. 

  • Birçok kişi bireysel olarak biz ne yapabiliriz ki diyerek, bir kenara çekilmeyi tercih ediyor. Oysaki bu konuda en önemli noktalardan biri bireysel hareketler… Sadece bunlar yeterli mi, “biz (ya da ben)” neler yapabiliriz?

Değişim teorisini ve değişim metotlarının nasıl olabileceğini çok düşünmüştük. Maalesef bu dönüşüme kendimizden başlamak zorundayız. Kendimiz bu dönüşümlere devam ederken tahmin ediyorum ki, bir noktada hepimizin yolu yavaş yavaş birleşecek. Sizinle yolumuzun birleşmesi, Esmiyorlar topluluğunun birleşmesi gibi. Esmiyor gibi dünyada binlerce topluluk var. Gençler bir şey yapıyor, anneler başka bir şeyler yapıyor. Bu küçük topluluklar da zamanla kendi aralarında birleşerek daha sonra küresel bir birleşmeye gideceklerini tahmin ediyorum. 

Bu yola devam edeceksek sistemsel olarak bazı değişikler yapmamız gerekiyor. Tüketici olarak almış olduğumuz kararlar aslında üreticilerin de kararlarını değiştirebileceğini unutmamalıyız. Ama uyanık olmak da gerekiyor. Çünkü sürdürülebilir hayat tarzının satılması da ayrı bir olumsuz konu… 

Okumak, öğrenmek ve takip etmek oldukça önemli. Her zaman bilgi sahibi kalmamız gerekiyor ve öğrendiklerimizi de çevremize yaymaya çalışmalıyız. 

  • Uzun zamandır seyahat eden, yazılar yazan biri olarak ben de bir süredir sürdürülebilir seyahat konusuna kafa yormaya çalışıyorum. Siz de geçtiğiniz kasım ayında “sürdürülebilir seyahat” ile ilgili konunun birçok tarafıyla bir araya geldiniz ve bir manifesto yayınladınız. Birçok başlık varken neden seyahat ile başladınız? 

Çünkü bireysel olarak, derhal ve en hızlı etki edebileceğimiz konu, seyahat alışkanlıklarımız. İnsan yemek alışkanlıklarını çok rahat değiştiremiyor ama seyahat alışkanlıklarını hemen değiştirebilir. O yüzden biz de seyahatle başladık. 

İklim krizi içerisindeki insanlar genellikle “uçakla gitme, onu-bunu yapma” gibi şeyler söyler. Ben seyahat etmeden iklim krizini çözemeyeceğimizi düşünüyorum. Çok iddialı bir sav ortaya atıyorum ama seyahat etmediğiniz noktada dünyayı kendi alanınızdaki gibi sanıyorsunuz. Belki bir seyahatte Vanuatulu biriyle yan yana oturacaksınız ve bu, dünyaya bakışı açınızı tümden değiştirecek. Aslında dünyanın ne kadar büyük olduğunu ve bütün homosapiens bireylerinin bir kardeşlik ilişkisi içerisinde olduğunu, hadi onu geçiyorum, doğayla çok farklı ilişki kurduğumuzu seyahat ederek anlıyoruz.  

(Esmiyorcuların hazırladığı Sürdürülebilir Seyahat Manisfestosu…)

“Seyahat etmiyor olsaydık…”

Biz seyahat etmiyor olsaydık, bu Esmiyor Podcast projesi doğmayacaktı. Biz ikimiz de seyahatlerde edindiğimiz tecrübelerle zihnimizin kültürel olarak genişlemesi sayesinde bu noktaya geldik. Ben şahsen yasaklayıcı yaklaşımlara karşıyım. Her hafta sonu tatile gidin, demiyorum ama iş seyahatlerini azaltmak, turistik seyahatleri azaltmaktan daha öncelikli olmalı. İşyerinde eskiden bir toplantı yapıyorduk 40 kişi Londra’dan kalkıp 2 saatlik toplantı için buraya geliyordu. Bu olmasın ama 40 kişi gidip gezebilsin, tecrübe edebilsin, farklı insanları, farklı kültürleri görebilsin. Zaten bizi bir araya getirebilecek ve kamusal tartışmayı sağlıklı bir noktaya getirebilecek tek nokta aslında bu. O yüzden seyahat çok önemli bir nokta ve biz de o yüzden seyahatle başladık. 

Esmiyor Podcast
Esmiyor Podcast’in yaratıcılarından Derin Altan ile Zoom üzerinden sohbet ettik.
  • İklim krizine dur dememiz mümkün mü? Siz bu konuda ümitli misiniz?

Biz bunu çok sorguladık, Aposta’da bunla ilgili bir bülten yazdık. Ümidin çok farklı farklı türleri olduğunu öğrendik. T. Eagleton diye bir İngiliz ekonomi filozofu var, biz onun “iyimser olmayan umut” (Hope without optimism) konseptini kendimize en uygun gördük: İyimser değilim ama umutluyum… Hatta sizce biz ümitli miyiz, diye sorduğumuz zaman biri şöyle demişti, “Umutlu olmasan bu topa girmezsin ki” … 

Ümidim olmasa herhalde devam etmezdim ama kesinlikle iyimser değilim. 

  • Sizin konuklarınıza sorduğunuz soruyu ben de size sormak istiyorum.  İklim krizi ile mücadele hakkında 3 tavsiyeniz ne olurdu?

Çok zor bir soru, bize başkalarına tavsiye vermek çok zor geliyor ama şunları söyleyebilirim:

Bütün tüketim alışkanlıklarımızın bir seçim olduğunu kesinlikle unutmamamız gerekiyor. Yani termosla mı dışarı çıkacağım yoksa plastik şişe mi alacağım; satın aldığım bir şeyin geri dönüştürülmesini takip edecek miyim yoksa 20 liraya bir tişört alacağıma yerel üreticiden kaliteli, daha uzun giyebileceğim bir ürünü mü alacağım… İşte bunların hepsi bizim kararımız.

İkinci söylemek istediğim şeyse merak. Eğitim sistemimiz her ne kadar bu duygumuzu öldürüyorsa da biz biraz o merakı açıp, çevreye ve eko sisteme bakmayı başarabilirsek o zaman dünyayı bambaşka görebiliriz.

“Dünyanın nasıl işlediğini anlamaya çalışalım…”

İnternet diye bir kaynak var. Hukuk okumuş insanlar bile gidip MIT’de Astro fizik sınavlarını verebilecek kadar bilgiyi internetten edinebiliyor. Maç izlemek, Twitter’da insanların tartışmasına bakmak yerine biraz vakit ayırarak genel kültürümüzü genişletmek, dünyanın nasıl işlediğini anlamaya çalışabiliriz. 

Çok ünlü teorik fizikçi Richard Feynman’ın bir anekdotu var. Sanatçı bir arkadaşı ona bir çiçekle geliyor ve “bak bunun estetiğini sen göremiyorsun” diyor. O da “ben senin kadar ince bir estetik anlayışına sahip olmayabilirim ama bu, bir çiçeğin güzelliğini takdir etmemi engellemez. Ben daha fazlasını görebilirim, o gülün yapraklarının kırmızı olmasını diğer böcekleri kendisine çekip çoğalması için kullandığını, yerçekimini karşı koyacak biçimde hiçbir emilme olmadan suyun belli yöntemlerle yukarı kadar dağılmasını, neden o yaprakların yeşil olduğunu, tüycüklerin ne işe yaradığını, o eko sistemde nasıl büyüdüğünü anladığım zaman aslında ben sırf o estetikten çok daha fazlasını görebiliyorum” diye cevaplıyor.  

“Yarın değil, şu anda…”

Üçüncü konu ise iklim kriziyle direk alakalı değil ama plastiklere karşı derhal savaş açmamız gerekiyor. Tek kullanım plastikleri yarın değil, şu anda hayatımızdan çıkarmalıyız. Ben plastiğe karşı değilim ve eğer Utku’nun annesi gibi bir plastik kevgiri 40 yıl kullanacaksanız bununla bir sorunumuz yok. Bizim derdimiz 5 dakikada biten su şişesi ya da bunun gibi şeyler. 

  • Vakit ayırdığın için çok teşekkürler Derin…

ATIKSIZ YAŞAM VE İLERİ DÖNÜŞÜM‘le ilgileniyorsanız belki bu yazım da işinize yarayabilir.

Ayrıca güncel gezilerimi kaçırmamak için Instagram sayfamı takip etmeyi unutmayın: Figen Kokol

Yorumlar kapandı...