Sonuçlar

kars

Ara

Baharın adını anmak bile beni heyecanlandırıyor. Ama asıl heyecan ilk cemre haberiyle başlıyor. Baharın bu güzel habercisiyle ılınmaya başlayan hava, ağaçlarda da çiçeklerde de ufak hareketler başlatmaya yetiyor. Eğer sonbahardan hazırlıklarınızı yapmışsanız belki kışı rengarenk geçirmişsinizdir. Bu yazıdaysa bizi bekleyen muhteşem ve renkli bir bahar için bahçenizde olması gereken en güzel “BAHAR ÇİÇEKLERİ“ni seçtim. Bunlar benim en sevdiklerim ve en ulaşılabilir olanları… 

Bahçe ya da çiçek severlerin dört gözle beklediği bahar aslında onların en çok çalıştığı dönem aynı zamanda. Bu dönem hem yaz için hazırlıklarının yapıldığı hem de bakım işlerinin başladığı ve tabii ki sonbahardan hazırladığınız renkli çiçeklerinizin keyfini çıkarma zamanı… Ben kışın bile bahçede renk arayan biriyim, o yüzden baharı sadece hazırlıklarla geçirmek bana göre değil.  O yüzden her sene sonbaharda tam da mart – nisan – mayıs aylarımı renklendirecek çiçeklerin hazırlıklarını yaparım. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Anemon (Fotoğraf: Derya Özkan)

Baharın ilk haberini bizim bahçede bahar dalı verir. Aslında nergisler de benim için bir çeşit bahar habercisidir ama beni bahar dalı daha heyecanlandırır. Öyle güçlü bir bitki ki, bazen karlar altında bile açtığını görünce hayranlığın bir kat daha artar. Bu güçlü yanından mı yoksa kışın bittiğini haber verdiğinden mi bu kadar seviyorum ondan emin değilim ama… Tatlı pembesiyle bahçeye pespembe bir hava katar. Sonra da mor salkımlar, leylaklar açıverir. 

Çiçekler hakkında okumayı seviyorsanız GÜZEL KOKAN ÇİÇEKLER ya da KIŞIN AÇAN ÇİÇEKLER yazılarıma da göz atmanızı öneririm. 

Kışın açan çiçekler yazımda kasımdan başlayıp mart ayına kadar olanları seçmiştim. Bu yazı içinse martta açmaya başlayan çiçekleri seçmeye çalıştım. Gerçi doğada kesin çizgiler yok, kış ılık geçtiyse mart sonu açmasını beklediğin çiçekler bir bakmışsın şubat ortasında açıvermiş ya da soğuk bir kışın ardından lalelerin açması nisana kaymış. Kış ve bahar çiçekleri birbirinin içine girebiliyor, o yüzden ben kış çiçekleri arasında bahsettiklerimi burada tekrar ele almadım.

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Üzüm sümbülü – Muscari

Küçük bir no: Türkçe isimlerin bazılarının yanlarında göreceğiniz isimlerin ikincisi İngilizce, üçüncüsü/sonuncusu ise Latince isimleri. Türkçe’de bir çiçek çok farklı isimlerle anılabiliyor o yüzden çiçek ararken karışıklıklara neden olmaması için özellikle Latince’sini de vermeye çalışıyorum. Çünkü benzer isimli çiçekler arasında yanlışlıklar yapılabiliyor. 

Şimdiden renkli baharlar herkese…

EN GÜZEL BAHAR ÇİÇEKLERİ 

Lale – Tulip – Tulipa

Lale, baharın en güzel habercilerinden hem de en popüleri. Rengarenk, boy boy ve katmerli halleriyle muhteşem çeşitlere sahip. Her ne kadar artık Hollanda sahiplendiyse de lalenin bizim için yeri hala çok özel… O yüzden mart ayı boyunca her sokak başında laleleri görmekten büyük mutluluk duyuyorum ben. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Lale

Laleler soğanlı çiçeklerden ve yetiştirmesi oldukça kolay. Bahçenize renk katmak için en kolay ulaşabileceğiniz çiçeklerden biri aynı zamanda. Ekim – kasım ayları gibi dikeceğiniz soğanlar mart ayında açmaya başlıyor. 10 günden fazla kadar açık kalan çiçekler her ne kadar tek yıllık dense de seneye de açma ihtimalleri oluyor. 

Bahçe kadar saksıda da yetiştirmeye çok uygun. Geçirgenliği yüksek toprakları seviyor, güneşli alanlar istiyorlar. Soğanları çok derine dikilmemelisiniz. Ölçünüz şu olsun derinlik soğanın boyutunun üç katını geçmemeli mesela. Filizli kısmı üste gelecek şekilde dikmeyi en az 5 santim aralık vermeyi unutmayın. 

Toprağını kurutmamaya dikkat edin.

Altın çanak – Forsythia – Forsythia x intermedia

Kışın soluk renkleri arasında bir anda altın renge bürünüveriyor dallar. Yapraktan önce açan çiçekler gerçekten göz alıcı. Hele bir de büyükçe bir bitkiniz varsa tam gözlere şenlik. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Altın çanak – Forsythia

Yıldıza benzeyen çiçekleri önce açıyor çiçekler düşmeden de yeşil yapraklar belirmeye başlıyor. 2,5 – 3 metreyi bulabilen boylarıyla altın çanakları sınır ya da çit bitkisi olarak kullanabilirsiniz. 

Soğuklara dayanıklı çiçek tam güneş alan bölgeleri seviyor. Hafif kumlu, nemli, geçirgen topraklar tercih ediyor. 

Çiçeklerin ardından açan yaprakları da sonbaharda renk değiştirerek turuncu – kahverengimsi rengiyle bahçeye ayrıca bir renk katıyor.

Kamelya – Japanese Camellia – Camellia japonica

Pembe, kırmızı, beyaz, mor ve sarı renkleriyle bilinen kamelyaların bir adı da “kış gülü”. Yuvarlak katmerli yapısıyla gerçekten de gülü andırıyor bu çiçekler. 

Baharda açan türlerini yumrularından çoğaltabilirsiniz. Bu türler bakımı kolay çiçeklerden. Bir kere yerini sevdi mi çok özel bir bakım istemiyorlar. Hatta bazı türleri aşırı yayılmacı bile olabiliyor. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri – Kamelya

Beyaz, mavi, pembe, kırmızı, mor en yaygın renkleri. Yarı gölge seven anemonları, 8 – 10 santim derine, 10 – 15 santim aralıklarla dikebilirsiniz. Aşırı su düşkünü değiller ancak toprakları kurudukça sulamakta fayda var. 2 – 3 yılda bir yumruları bölerek yeni bitkiler elde edebilirsiniz. Çoğaltmak için en iyi zamansa çiçek açtıktan sonra yani yaz ayları. 

Eğer satın aldığınız kuru yumrular varsa akşamdan suya bırakıp sabah hazırladığınız toprağa 5 – 8 santim derinlikte dikebilirsiniz. Bunların soğanlar gibi pek yönü yok, hangi şekilde dikerseniz dikin, onlar yollarını buluyorlar toprağın altında. 

Sarı yasemin – Carolina jessamine – Gelsemium sempervirens

Sarı çiçekleriyle dertsiz çiçeklerden olan yasemin yine baharın erkencilerinden. Şubat sonu mart gibi açmaya başlayan çiçekler yaz başına kadar açmaya devam ediyor. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Sarı yasemin

Minik borazan şekilli çiçekler açan bu yasemin, bol güneş alan yerleri tercih ediyor. Çok fazla toprak tercihi yok ama asidik ve drenajı iyi olursa daha mutlu olacağı kesin. Güneşli ve yarı gölge alanlarda rahatça büyüyebiliyor. 

Budandıkça bolca dal veriyor ve onları bolca uzatıyor, o yüzden mümkünse duvar kenarlarına ya da etrafı açık bir yere dikmekte fayda var. Soğuklara dayanıklı olan bu yasemin sarmaşık türü olduğundan pergola gibi sarabileceği bir yerlere de dikilebilir. 

Şebboy – Wallflowers – Erysimum cheiri

Bahar bahçelerinin vaz geçilmezi mis kokulu şebboylar genellikle iki yıllık bitkiler olarak gruplandırılıyor. Daha çok tohumdan yetiştirilen şebboyların çok farklı renkleri, yalın kat ve katmerli çeşitleri var.

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Şebboy

Bahar sonu ekilen tohumlardan elde edilen fideler sonbaharda toprağa dikiliyor bir sonraki mart ayında da açmaya başlıyor ve eylüle kadar da devam ediyor. Yarı gölge ya da güneşli alanları tercih eden şebboylar, lale, nergis gibi çiçeklerle birlikte dikilmek için gayet uygun. Saksıda da rahatça gelişiyorlar. 

Şebboylar soğuklara dayanıklı, az bir donu da kaldırabiliyorlar ancak rüzgarlı havaları pek sevmiyorlar. Boyları da 30 – 40 santimi geçebiliyor. 

Kar çiçeği – Winter aconite – Eranthus hyemalis

Kardelenlerin en iyi arkadaşı, ağaç altılarında, sarı renkleriyle bahar çiçekleri arasında parıldayan çiçeklerden biri. Yerini sevene kadar zorlanabilir ama sevdikten sonra kendi kendine yayılmaya bayılıyor. 

Görümünden soğanlı bir çiçek olduğu düşünülebilir ama aslında bir yumru kök türü. Soğanlı çiçekler gibi nemi de besinleri de bedenlerinde tutuyorlar. Yine onlar gibi sonbahar sonu, dikimi yapılıyor. Soğuklardan fazla etkilenmemesi için biraz derine dikmek gerekebilir. 12 santimlik bir derinlik iyi olacaktır. Dikerken de çok yan yana dikmezseniz gelişmesi için onlara alan bırakmış olursunuz. 

Avrupalı bir çiçek olan kar çiçeğinin Asya’dan türemiş çeşitleri de var. Yarı gölge seven çiçek, iyi drenajlı topraklarda rahatça büyüyorlar. Bir kez tutundular mı bu aşamadan sonra çok detaylı bakım istemiyorlar. Eğer hızlıca yayılmalarını istiyorsanız biraz müdahale etmeniz gerekebilir. 

Çiçek açtıktan sonra yapraklar bir süre daha yeşil kalıyor. Kışın ölmüş gibi görünse de yumrular toprak altında seneye açmak için hevesle baharı bekliyorlar. 

Anemon – Anemone

Göz alıcı renklere sahip bu dağ çiçeğini bahçelerinizde de yetiştirmeniz mümkün. Anemonların baharda açan türleri olduğu gibi sonbaharda açan türleri de var. 

Baharda açan türlerini yumrularından çoğaltabilirsiniz. Bu türler bakımı kolay çiçeklerden. Bir kere yerini sevdi mi çok özel bir bakım istemiyorlar. Hatta bazı türleri aşırı yayılmacı bile olabiliyor. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Anemon (Fotoğraf: Derya Özkan)

Beyaz, mavi, pembe, kırmızı, mor en yaygın renkleri. Yarı gölge seven anemonları, 8 – 10 santim derine, 10 – 15 santim aralıklarla dikebilirsiniz. Aşırı su düşkünü değiller ancak toprakları kurudukça sulamakta fayda var. 2 – 3 yılda bir yumruları bölerek yeni bitkiler elde edebilirsiniz. Çoğaltmak için en iyi zamansa çiçek açtıktan sonra yani yaz ayları. 

Eğer satın aldığınız kuru yumrular varsa akşamdan suya bırakıp sabah hazırladığınız toprağa 5 – 8 santim derinlikte dikebilirsiniz. Bunların soğanlar gibi pek yönü yok, hangi şekilde dikerseniz dikin, onlar yollarını buluyorlar toprağın altında. 

Üzüm sümbülü – Muscari – Grape hyacinths Muscari Armeniacum

Mavi mor renkleriyle göz alıcı muscarileri görmek için en iyi yer baharda Emirgan Korusu. Etrafı göz alabildiğince maviye boyayan muscarileri evde saksıda ya da bahçenizde yetiştirmesi de çok kolay. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Üzüm sümbülü – Muscari

Aslında sümbül ailesinden gelen muscari yani üzüm sümbüllerini soğandan yetiştirebiliyorsunuz. Bir kez açtılar mı artık her bahar yollarını gözleyebilirsiniz. Bahçede dikmişseniz ve yerlerini sevmişlerse yıllar içerisinde çoğalarak her yanı kaplamaları mümkün.  Mart sonu – mayıs arası açmaya devam ederler. 

İyi drenajlı topraklarda yarı gölge ya da güneşli alanlara dikebilirsiniz. Nemli toprak severler ama çok su isteyen bir çiçek değildir. Çiçekleri bittikten sonra toprak üstündeki bölümü keserek seneye kadar dinlemeye geçmelerine yardımcı olabilirsiniz. Özellikle saksıdaysa tekrar bir şey yapmanıza gerek yok. 

Dikerken soğanlı çiçeklerde olduğu gibi en iyi zaman sonbahar. Soğanların filizli kısmını üste gelecek şekilde toprağa yerleştirin ve 10 santim kadar derine dikmeye dikkat edin. Birbirlerine çok yakın olmamasına dikkat ederseniz ertesi sene kolayca çoğalmalarına da yardımcı olursunuz. 

Yüksük otu – Foxglovs Digitalis purpurea

Baharın geç açan çiçeklerinden yüksük otu, bir kez gördüğünüzde aşık olacağınız türden. Genellikle pembe-mor renkleri, borazan vari renkleriyle göz kamaştırır. Özellikle İngiliz bahçelerinin de en çok tercih edilen çiçeklerinden biridir. Mayıs gibi açar hazirana kadar devam eder. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Yüksük otu – Foxgloves

Biennial yani iki yıllık olan çiçek, ilk yılını gelişmekle geçirir ikinci yıl açtıktan sonra ölür. Ama çok yıllık türleri de bulunuyor. Boyları ise 1,5 – 2 metreyi bulabiliyor.

Nemi sever ama iyi drenajlı toprakları tercih eder. Güneşli alanlardan gölge alanlara kadar toleransı bol bir çiçektir. Eğer kendi başlarına bırakırsanız tohumlarını etrafa saçar ve gelecek sene tekrar çıkarlar. Eğer tohumları toplayacaksanız iyice olgunlaşmalarını beklemeniz lazım.

Yerini sevmişse az bakımla güzel çiçeklerini açar ve tohumlamaya gider. Bahçeye dikmişseniz yeni filizleri sümüklü böceklerden korumaya dikkat edin. 

Allium – Allium spp.

Uzun yaşayan bir kez açtı mı haftalarca devam eden mor çiçekleriyle baharın geç açan güzellerinden biri daha. Baharla yaz arasında bahçelerinizi renkli tutan allium çok yıllık bitkilerden biri. Yaygın olarak pembe – mor rengi olsa da beyaz rengine de denk gelmek mümkün.

Allium aynı zamanda kesme çiçek olarak çiçekçilerin de çok kullandığı çiçeklerden biri. Aranjmanlarda oldukça hoş duruyor bence de. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Allium

Güneşli alanlara ve iyi drenajlı topraklara dikebilirsiniz ama çok toprak seçmiyor aslında. Çiçek açana kadar çok olan yaprakları çiçekler açtıktan sonra solmaya başlayınca biraz kötü görünebilir. Boyları 20 – 30 santim kadar olduğundan birlikte dikeceğiniz çiçeklerin boylarını da düşünerek seçerseniz, öldükten sonra bunların görünümlerini kapamış olursunuz. 

İyi sınır çiçekleridir. Saksıda da oldukça iyi yetişir. Sonbaharda dikeceğiniz soğanı, boyundan 3 – 4 kat derine yani 15 santim kadar derine dikmeye dikkat edin. Sonrasında eğer toprak nemliyse özellikle sulamaya gerek yok ama toprağın durumuna göre gübreleme isteyebilir. 

Kendi kendine çoğalan soğanları isterseniz sonbahar gibi bölerek çoğaltabilirsiniz. Çiçekleri solduktan sonra da oldukça güzel gözüküyor. İsterseniz öyle bırakabilirsiniz isterseniz de onları toplayarak ev içinde dekor olarak kullanabilirsiniz. 

Müge – Lily of the valley – Convallaria majalis

Mis kokulu, narin mi narin görünümlü beyaz çiçeklerin en tatlısı. Minik çana benzeyen görüntüsüyle çiçek sevmeyenleri bile kendine hayran bıraktıracak güzellikte. Kesme çiçek olarak da bolca rast gelirsiniz ona. 

Gölge seven müge çiçeği, ağaçlık alanlarda ya da yüksek çalı türü çiçeklerin altlarında çok iyi yetişir. Narin görünür ama soğuğa dayanıklı bir çiçektir. Nemli, drenajı iyi, asidi yüksek toprakları sever.

Kışın açan çiçekler
Müge çiçeği: Convallaria majalis

Soğuğa dayanıklı bir bitki olsa da henüz filizlenirken soğukta kalmayı ve aşırı nemi sevmiyor. O yüzden mart gibi saksıya dikip toprak ısındığında dışarı almak daha iyi olacaktır. Mayıs gibi dışarı dikilebilir. Doğru yere ekilmişse çok fazla müdahale etmenize gerek kalmaz. Sonbaharda üzerini yapraklarla örterek güzel bir koruma sağlayabilirsiniz onlar için.  

Yumrularını bölmek için en iyi zaman sonbahar, ancak böldükten sonra dikmek yerine yumruları kapalı ya da karanlık bir yerde saklayarak, kışı geçirdikten sonra toprağa dikebilirsiniz. 

Bahar dalı / Japon gülü – Flowering Quince – Chaenomeles japonica

İşte benim bahar güzelim ve baharın en sevdiğim habercisi. Aslında biz, bahar dalı ya da Japon gülü diyoruz ama İngilizcesi çiçek ayvası. Gerçekten de kendisinin biraz küçükçe ayvaya benzer meyveleri olduğundan sanırım bu şekilde isimlendirilmiş. 

Yarı gölge ve güneşli alanları seven bahar dalı kolay yetişen çiçekler arasında. Bir kere yerini sevdi mi budamak haricinde pek ilgi alaka istemeyen, kara soğuğa dayanan bitkilerden biri. Hatta karda açmayı bile başarıyor kendisi. 

Bahar çiçekleri
Bahar çiçekleri: Bahar dalı

Pembe, koyu pembe ve açık turuncu renkleri var. Yapraklanmadan önce açan çiçekleri solmaya yakın yeşil yaprakları da beliriveriyor.  Yaz sonuna kadar yapraklarını koruyor. 

Toprak ayırmıyor ama iyi drenajlı toprak olursa iyi olur. Dikenli bir bitki olduğundan budarken özellikle dikkat etmek gerekiyor. Şekil vermek isterseniz çiçek açtıktan sonra yani yaz başı budamak için daha uygun bir zaman. Boyu 1 – 1,5 metreyi bulabiliyor. 

Çoğaltması da oldukça kolay. Çiçek açmadan alacağınız bir budağı daldırarak rahatça çoğaltabilirsiniz. Bu arada meyveleri pişirilerek yenebiliyormuş.

Gezmeyi ve yeni yerleri keşfetmeyi seviyorsanız güncel gezileri kaçırmamak için instagram sayfamı takip etmeyi unutmayın: Figen Kokol

Son yıllara kadar adını fazlaca duymadığımız Kars, sahip olduğu tüm güzelliklerle artık baş role oynayan doğunun önemli şehirlerinden biri haline geldi. Birçokları gibi ben de Kars’ı Orhan Pamuk’un kar romanıyla merak etmiş, sessizce yağan karın sokakları beyaza boyamasına şahit olmak istemiştim. Doğu Ekspresi’yse uzun yıllardır hayalimdi. Yol uzun ama hedef çok güzeldi. Açıkça söylemeliyim; Kars gezilecek yerleri, mutfak kültürü ve sıcak insanlarıyla bunca yıl beklediğine pişman edecek kadar sürprizlerle dolu.  

Gözlerden uzak Kars, 2 – 3 yıl önce Instagram’a Doğu Ekspresi fotoğrafları düşmeye başlayınca yavaş yavaş gündeme gelmeye başladı. Gidenler artıp oralardan muhteşem fotoğraflar çoğalınca öncelikle Doğu Ekspresi’ne yer bulunamaz oldu. Kars’ta turizm canlanmaya başladı. Kış aylarını doldurma fırsatı bulan tur şirketleri tren vagonlarını kapatınca yaşanan yoğunluklara demir yolları olaya el atmıştı ki, Covid-19 patladı ve her şey bir süreliğine askıya alındı. 

Kars gerçekten bu kadar ilgiyi hak ediyor mu? Yazını pek çok yerinde de göreceksiniz ki, Kars aslında ilk defa ön sıralara çıkmıyor. Yüzyıllar boyunca Kafkaslardan Anadolu’ya giriş kapısı, İpek yolu kervanlarının geçiş noktası olması onun ticaretin merkezi haline getirmiş. 5000 yıllık tarihi boyunca Kars, Ermeniler, Ruslar, İngilizler, Osmanlılar, Selçuklular, Araplar, Persler ve Urartuların egemenliğine girmiş, bazılarına başkentlik yapmış. Başta Ani olmak üzere birçok yerini gezerken zaten bu tarih katmanlarına ve zengin kültürel mirasa şahit oluyorsunuz. O yüzden de başta sorduğum sorumun cevabı, evet. Kars bu kadar ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.

Kars’ı klasik bir Anadolu kasabasından ayıran bir özelliği var. Mimari dokusu… Ruslar 40 yıllık hakimiyetleri boyunca şehre farklı bir hava getirmişler, Baltık mimarisiyle donatmışlar. Tabii ki, modernleşme cabalarıyla bu örneklerin bir kısmı zamanla kaybolmaya yüz tutmuş ama hala ayakta olan birçoğu şehre güzellik katmaya devam ediyor.

Biraz tarih

1535 yılından beri Osmanlı’nın elinde olan Kars, birkaç kez Rusların saldırısına uğramış. En önemlilerinden biri 1853 – 56 yıllarında olmuş. Bu savaş sonunda Osmanlı, Rus Savaşı’nda Kars’ın Ruslara karşı kahramanca savunulması nedeniyle şehre Zafer Madalyası vermiş. Bu Anadolu’da bir şehre verilen ilk gazilik madalyası.  1877 – 78 yıllarındaki Rus Harbi ise maalesef yenilgiyle sonuçlanmış ve şehirde 40 yıl boyunca Rusların egemenliği başlamış. İşte bu dönemde Ruslar, Hollanda’dan mühendisler getirip şehir yeniden yapılandırmışlar. 

1918 yılında şehir tekrar Osmanlılara geçmiş ama bu sefer de İngiliz işgaline uğramış. Sonrasında bölge Ermenilere bırakılmış. 1920 yılında Kazım Karabekir önderliğinde geri alınmış. 

Kars’ın tarihinde yaşanmış bir de Sarıkamış hikayesi var ki, insanın derinden etkiliyor. Ardından ağıtlar yaktırmış. 1914 yılında Kars’ı Ruslardan geri almak için yollara düşen Enver Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, 60 bini donma sonucu toplamda 78 bin şehit vermiş. 

Tarihi öğrenmenin en iyi yollarından biri de gezmek sanırım… Artık Kars’ı daha iyi tanımak için KARS GEZİ REHBERİ ve KARS’TA GEZİLECEK YERLER’in detaylarına geçebiliriz.

GENEL BİLGİLER

Kars neresi?

Doğu Anadolu’nun en uç noktasında yer alan Kars, sınır şehirlerimizden biri. Iğdır, Ağrı, Erzurum ve Ardahan’a sınırları olan Kars, aynı zamanda Ermenistan ile sınırlarımızı paylaşıyor. 

Kars’ta kaç gün kalmalı?

Kars merkezi küçük olmasına rağmen etrafındaki doğal ve tarihi güzellikleriyle meraklıları için oldukça fazla şey barındırıyor sınırları içerisinde. Çok fazla vaktiniz yoksa 2 gece yeterli olabilir ama hakkıyla gezmek için 4 – 5 günlük bir zamanı Kars için ayırabilirsiniz. 

Kars’a ne zaman gidilir?

Kars, Doğu Ekspresi’nin popüler olması ve Çıldır Gölü’nün donmuş güzelliği sayesinde kış aylarında oldukça popüler… Gerçekten de beyazlar altında şehir ve çevresi, bu halde başka bir güzel gözüküyor insana… Siz de böyle manzaralar seviyorsanız Ocak – Mart arası bunun için tam zamanı. Ama kışın karlar altındaki topraklar yazın özellikle baharda da bambaşka güzel oluyor. Mayıs – Haziran ayları bu halini görmek isterseniz en güzel zamanı.

KARS GEZİLECEK YERLER

Ani Ören Yeri (Ani Harabeleri)

Kars’ta görmeden dönülmemesi gereken yerlerin en başında bana göre, Ani Ören Yeri var. Yüzyıllardır farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan bölge bu zengin geçmişiyle UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne Türkiye’den giren 18 eşsiz eserden biri. 

Kars merkeze 42 kilometre uzaklıktaki ören yerindeki Arpaçay aynı zamanda Ermenistan’la da sınır oluşturuyor. Ermenistan toprakları alanı gezerken kolaylıkla görülebiliyor. 

Bölge, tarihi İpek Yolu’nun Anadolu topraklarına giriş noktası olduğundan uzun yıllar önemli bir ticaret merkezi olmuş. Tarihi MÖ 5000 yılına kadar uzandığı düşünülen bölgede Karsaklılar, Ermeniler, Selçuklular ve Osmanlılardan kalan eserler görülebiliyor. 

Kars Ani Harabeleri
Ani Ören Yeri (Ani Harabeleri)

75 hektarlık alan 4,5 kilometre boyunca uzanan surlarla çevrili. Bu bölge içerisinde kiliseler, katedraller, camiler, kervansaraylar gibi birçok eser ziyaret edilebiliyor. İç kale MS 4. yüzyılda Karsaklar tarafından yapılmış. Bagratlılar döneminde ise MS 964 yılında dış cephe surlarının yapımına başlanmış. Daha sonra 1064 yılında ilaveler yapılmış. 

Şehri gezerken göreceğiniz surların yanı sıra, en önemli eserlerden bazıları şunlar: 

Ani Katedral (Fethiye Cami), Aziz Prkitch (Keçeli) Kilisesi, Gagik Kilisesi, Abughamrents (Poladoğlu) Kilisesi, Tigran Honents (Resimli) Kilise, Genç Kızlar Kilisesi, Rahibeler Manastırı, Ebul Manuçer Camii, Selçuklu Kervansarayı, Ebul Muammeran Cami, Selçuklu Sarayı, Küçük Hamam, Büyük Hamam, İpek Yol Köprüsü, İç Kale, Bostanlar Deresi Mağaraları, Kaya Kilisesi, Ateşgede Tapınağı, Homoros Kilisesi.

Ani Antik Kenti’ne Kars şehir merkezinden günde iki kez düzenlenen (09.00- 13.00) otobüs seferleri, taksi, tur şirketleri ya da özel aracınızla ulaşım sağlayabilirsiniz. 

Detaylı bilgi için: ANİ ÖREN YERİ

Ebul Hasan Harakani Türbesi ve Evliya Cami

MS 963 – 1033 yıllarında yaşamış Horasanlı Ebul Hasan Harakani tasavvufa gönül vermiş döneminin önemli manevi isimlerinden biriymiş. Asıl adıysa Ali Bin Ahmet Caferi… Kendisinden sonra müritlerinin aktardığı fikirleri Mevlana’dan Yunus Emre’ye birçok ismi etkilemiş ve günümüze kadar ulaşmayı başarabilmiş. Türkmenistan’dan Anadolu’ya Selçuklu akınlarıyla gelen Ebul Hasan Harakani, Bizanslarla yapılan savaşta Kars’ta şehit düşmüş. Daha sonra adına küçük bir türbe yapılmış. Yıllar içerisinde unutulan mezarı, 16. yüzyılda Lala Mustafa Paşa’nın Kars’ı ziyaretinde başlattığı imar çalışmaları sırasında bulunularak adına inşa edilen Evliya Camii’nin bahçesindeki türbeye nakledilmiş. 

Kars
Evliya Cami ve Kümbet Cami

Kars merkezde Kale İçi bölgesinde yer alan türbe, 1998 yılında caminin restorasyonu sırasında tekrar onarımdan geçmiş. Yenilendikten sonra halkın ziyaretine açılmış. Evliya Camii Külliyesi içerisinde bulunan türbede Ebul Hasan Harakani dışında 21 mezar daha bulunuyor. Bunlar Kars tarihinde önemli birkaç isme ait.

Kars Kalesi

Şehre hâkim tepeye inşa edilen kalenin en güzel görüntüsü bana göre gece… Onarıldıktan sonra ışıklandırılan kale geceleri oldukça etkileyici görünüyor. Tarihi 10. yüzyıla kadar uzanan kale 1152 yılında Sultan Melik Aziz tarafından yaptırılmış. Timur’un yerle bir ettiği kale daha sonra 1579’da III. Murat’ın emriyle yenide yapılmış. 

Kaynaklara göre 27 bin metre uzunluğundaki kalede 220 burç bulunuyormuş. Ruslar zamanında tahribat gören kale zamanla özelliğini yitirmiş ve kullanılmaz olmuş. Kalenin Su Kapısı ya da Çeribaşı Kapısı, Kağızman Kapısı ve Behram Kapısı olmak üzere 3 kapısı var. 

Ziyarete açık olan kaleden şehir manzarası çok güzel. En tepede çay – kahve içebileceğiniz bir de kafeteryası var. Hem şehir manzarası hem de mola için güzel noktalardan biri. 

Havariler Kilisesi – Kümbet Camii

Kars Kalesi’nin eteklerinde yer alan Havariler Kilisesi, Bagratlı Krallığı döneminde MS 932 – 937 yıllarında yapılmış kiliselerden biri. Dört yonca yaprağını andıran planı ve konik biçimli kubbesi ile tipik Ermeni kilisesi özelliklerini taşıyor. Şehir Müslüman egemenliğine geçtikten sonra 1064 yılında camiye çevrilmiş ve Kümbet Cami ismini almış. 1959 yılında önce Kars Müzesi olarak kullanılmış, yeni müze binasının yapılmasıyla 1993 yılından sonra tekrar cami olarak görevine geri dönmüş. 

Taş Köprü

Kale İçi Mahallesi’nde yine kalenin eteklerinde yer alan Taş Köprü, Kars Çayı’nın coşkun suları üzerine yapılmış. 1579 yılında Lala Paşa tarafından yaptırılan köprü üç tonoz kemerli inşa edilmiş. Köprünün bazı bölümleri yıkılınca 1725’re onarımdan geçmiş. Şehrin dokusunu hissedebileceğiniz güzel noktalardan biri. 

Kars Müzesi

Eski bir yerleşim yer olması nedeniyle bölgeden bulunan eserlerin sergilenmesi amacıyla önce Havariler Kilisesi müze olarak kullanılmış. 1982 yılındaysa yeni binasına taşınmış. Bu küçük müzede Kars ve çevresinden derlenen arkeolojik, etnografik ve taş eserlere yer verilmiş. Yontma taş çağından taş baltalar, Urartu sikkeleri, Roma ve Bizans eserleri, Selçuklu eserleri, yöresel yün dokumalar, halılar kilimler, takılar, kılıçlar, geleneksel giysiler gibi çok farklı eserleri müzede görebiliyorsunuz. Hatta büyük bir dinozor kemiği de koleksiyon parçaları arasında. 

Çocuklar için de özel bir bölüm ve atölye bulunuyor. Bahçesindeyse Kars’ın kurtarıcısı sayılan Kazım Karabekir’in bir dönem kullandığı Beyaz Vagon sergileniyor. 

İstasyon Caddesi üzerinde yer alan müzeye giriş ücretsiz.

Namık Kemal Evi

Namık Kemal’in çocuklu döneminde Kars valisi olan dedesiyle birlikte yaşadığı bina, o zamanlar valilik konağıymış. Bina yıkık halinden kurtarılarak yeniden hayata döndürülmüş. Sergi alanı ve Aşıklar Evi olarak hizmet veren binada ünlü aşık atışmalarını izleyebiliyorsunuz.

Hamamlar

17. yüzyıl Osmanlı mimarisiyle yapılan Mazlum Oğlu ve Topçuoğlu Hamamı Kars Çayının doğu yakasında, İlbeyioğlu Hamamı ise batı yakasında bulunuyor. 

Ayrıca Ani Ören Yeri’nde Selçuklu mimari tarzında yapılan hamamları da ziyaret edebilirsiniz.  

Çıldır Gölü

Birçok insanın Kars’a gelme nedenlerinden olan Çıldır Gölü’nün kış aylarından masalsı bir güzelliği var. Göl, aralık ayında donuyor ve uçsuz bucaksız bir beyazlığa bürünüyor. Nisana kadar da çözülmeyen gölün üzerinde yürümek, atla gezmek, arabayla dolaşmak mümkün. Tabii ki, bu da birçok insan için müthiş farklı bir ortam yaratıyor. Kayıtlara göre gölün en derin yeri 49 metre…

Kars – Ardahan sınırında yer alan göl merkeze 59 kilometre uzaklıkta ve Kars’tan buraya ulaşmak 40 – 50 dakika kadar sürüyor. Ardahan’dan da yaklaşık bu kadar uzaklıkta. Göl kenarında birkaç noktada ziyaretçilere hizmet veren yerler var. Buralarda bekleyen atlı kızaklarla göl üstünde tur atabiliyorsunuz. Dilediğinizce yürümekse serbest. Çıldır Gölü’nden çıkan sazanların da tadına bakmak için en iyi yerler buralarda.

Kars gezilecek yerler
Çıldır Gölü’nün sonsuz beyazlığı…

Burada yapılan en cazip aktivitelerden biri buz tutmuş gölde balık avı… Göl üzerinde balık avı için olta yerine balta –  testere ve kürek kullanılıyor. Çünkü 40 – 50 santimi bulan buz kalınlığını geçebilmek için en uygun araçlar bunlar. Özellikle fotoğrafçıların sevdiği bu aktivite için daha önceden bir balıkçı ile anlaşmanız gerekiyor. Yoksa kendi başınıza yapabileceğiniz bir şey değil. 

Boğatepe Köyü ve Peynir Müzesi

Kars deyince sizi bilmem ama benim aklıma ilk kaşar peyniri geliyor. Peynir severler için gravyeri ve kaşarıyla tam bir cennet burası. Kars merkezde dükkân dükkân gezip her birinden tadım yapabileceğiniz gibi Boğatepe Köyü’ne kadar gidip uzun bir geleneğe sahip Kars gravyerinin nasıl üretildiğini kendi gözlerinizle görebiliyorsunuz. Boğatepe köyü, Kars gravyerinin orijinal tarifle üretildiği tek yer. 

Kars gezilecek yerler
Boğatepe peynirleri (Fotoğraf: Bogatepe.com sitesi)

Buradaki peynirin geçmişi Ruslardan gelen Malakanlar’a dayanıyor. Malakanlar aslında bir ırk değil bir topluluk. Anlamı ise “süt içenler” … İsmin hikayesine gelince: 19. yüzyıl başında Ortodoks Kilisesi haftada 3 kez süt içilmesine izin verirken bu grup her gün süt içilmesine taraf olduğundan kilise ile çatışma haline girerler. Kilisenin kurallarına aykırı başka farklı dini uygulamalar da buna eklenince kilise tarafından aforoz edilmişler. Rusya’da pek istenmeyen bu grup, 93 Harbi sonrası Ruslar tarafından bu bölgeye yerleştirilmiş. Süt seven Malakanlar’ın kurduğu mandıralar zamanla köyde yerleşimin artmasını sağlamış. Ancak Ruslar Kars’tan gidince Malakanlar da gitme kararı almışlar.  Yerlerine ise Tiflis’in Borçalı Köyü’nde yaşayan Karapapaklar getirilmiş. Onlar da mandıra geleneğini devam ettirmişler. Cumhuriyet döneminde de önemli bir iş kolu olan peynircilik bu sayede günümüze kadar ulaşmayı başarabilmiş. 

Dünyanın birçok yerinden ziyaretçi alan köyde artık bir de Peynir Müzesi bulunuyor. Köy halkının çabalarıyla kurulan müzeye Boğatepe’nin eski adını vererek Zavot Eko Müzesi’si demişler. Müzede gravyerin yapılışını ve tarihçesine dair birçok şeye tanık oluyorsunuz.

Köy, Kars’a 50 km uzaklıkta ve yol bir saat kadar sürüyor. Müze ise caminin yanındaki bina. 

BOĞATEPEKÖYÜ web sitesinden köyde üretilen peynir, yağ ve bal çeşitlerinden sipariş vermek mümkün. 

Giriş ise ücretsiz. 

Sarıkamış Katerina Av Köşkü

40 yıllık Rus işgali sırasında Av Köşkü olarak inşa edilen bina halk arasında Katerina Köşkü olarak anılıyor. Yapılış tarihi bilinmese de 1914 yılında Rus Çarı II. Nikola ve eşinin burada konakladığı kaynaklardan biliniyor. Çam ağaçları içerisinde Sarıkamış’a hakim çok güzel bir manzarası olan binanın kendine özgün bir mimarisi var. İki katlı, dikdörtgen planla inşa edilen bina, çivi kullanılmadan ahşaptan yapılmış. Günümüzde bina biraz tahrip olmuş durumda ama okuduğum kadarıyla planlanan bir restorasyon çalışması gündemde.

Tabyalar

Osmanlı sultanı 3. Murad, 1579 yılında doğu sınırındaki siyasi istikrarsızlığa son vermek amacıyla Lala Mustafa Paşa komutasında 100 bin kişilik bir orduyu Kars’a gönderir. Lala Mustafa Paşa şehirde birçok imar hareketi başlatır. Savunma amaçlı olarak içerisinde depo, cephanelik, kışla gibi alanları barındıran savunma mevzileri yani tabyalar inşa eder.  Önce İran saldırılarından korumak için güney ve batı yönüne tabyalar yapar. Daha sonra da tabya yapımı Ruslara karşı devam eder.  Kars sınırında bir kısmı iyi durumda olan 46 adet tabya var. Bunlardan en önemlileri:

Kanlı tabya – Merkez Bülbül Mahallesi 18. yy

Süvari Tabya – Merkez Ortakapı Mahallesi, Kars-Erzurum Yolu Üzeri 18. yy

Kerimpaşa Tabya – Merkez Atatürk Mahallesi 18. yy

Arap Tabya – Merkez Atatürk Mahallesi, Karadağ Mevkii 19. yy

Karadağ Tabya – Merkez Atatürk Mahallesi, Karadağ Mevkii 19. yy

Rus mimarisini görebileceğiniz yerler

1877 – 78 Rus Savaşı’nda Osmanlı’nın yenilmesi üzerine Kars, Rus işgaline uğrar. 40 yıl kaldıkları şehirde Hollanda’dan getirdikleri mühendislerle şehirde imar çalışmaları başlatırlar ve günümüze ulaşan birçok güzel bina inşa ederler. Zamanla bu binalar şehrin yeni mimari dokusunda kaybolmaya yüz tutsa da birçoğu işlevsel kullanımı sayesinde bugüne kadar varlıklarını sürdürebilmişler. 2-3 katlı kesme bazalt taştan inşa edilmiş bu yapılar güzellikleriyle şu an Kars’a güzellik katan unsurlar…  

Kars gezilecek yerler
Baltık mimarisinden bir örnek.

Bu binaların örneklerini görebileceğiniz bölgeler ve binalar birkaç örnek:

Yusufpaşa Mahallesi

Cheltikov Otel, Kars il Sağlık Müdürlüğü, Kafkas Üniversitesi Devlet Konservatuarı, Kars Sanayi ve Ticaret Odası Binası, İsmet Paşa İlköğretim Okulu binası, Eski Rus Konsolosluğu. Tuncer Güvensoy Evi, Kars Hekimevi

Ortakapı Mahallesi

Defterdarlık Binası, Eski (II.) Vali Konağı, Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı, 

Cumhuriyet Mahallesi

Fethiye Cami- Aleksander Nevski Katedrali, Kars Anadolu Lisesi, İsmet Paşa İlköğretim Okulu Binası

Sarıkamış

Sarıkamış bugün kış sporlarıyla daha çok anılır halde. Kars merkeze 55 kilometre mesafedeki kayak tesisleri sayesinde kış aylarında kayakçılar tarafından en çok tercih edilen yerler arasında. Sarıkamış’ı bu kadar tercih edilir yapan özelliği ise dünyada sadece iki noktada görülen kristal kara sahip olması. Birbirine yapışmayan bu karın bir benzeri de Alpler’de görülüyor. 

2634 metredeki Çamurlu Dağ üzerinde, sarı çam ağaçları arasında kurulu tesisler 12 kilometreyi bulan 5 etaplı pistlere sahip. Kış aylarında kar kalınlığı 1,5 metreyi buluyor. Konaklama imkânı yanı sıra tesiste kayak hocası ve kayak kiralama imkânı da var. 

BAŞKA NELER YAPILIR?

Kanlı Tabya’nın düzenlenmesiyle müzeye çevrilen Kafkas Cephesi Harp Tarihi Müzesi, Hatıra evi olarak ziyaret edebileceğiniz Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kültür Evi, Çıldır yolu üzerinde görebileceğiniz Arpaçay Kütük Ev, Sarıkamış Bayraktepe Kayak Tesisleri’nin girişinde yer alan Sarıkamış Kütük Ev, 182 kuş çeşidiyle Kuyucuk Gölü etrafındaki Kuyucuk Kuş Cenneti, 15 metreden düşen sularıyla Susuz Şelalesi, Kars’a 13 kilometre uzaklıkta büyük bir göl olan Aygır Gölü ve Sarıkamış ormanları Kars’ta görebileceğiniz diğer yerler arasında. 

Kars civarında fazlaca vaktiniz varsa 2,5 – 3 saat mesafedeki Doğubayazıt ve İshak Paşa Sarayı’ma, 1,5 – 2 saat mesafedeki Şavşat’a ve 2,5 saat mesafedeki Erzurum’a ve 4 saat mesafedeki Van’a kadar uzanabilirsiniz.

Kars’ta ne yenir? Nerede yenir?

Kafkas mutfağıyla Anadolu mutfağının karışımı ortaya harika bir sonuç çıkarmış. Karslılar, Anadolu’da birçok bölgede görülen bazı yemekleri kendi usulleriyle harmanlanmışlar ve muhteşem lezzetlere ulaşmışlar.

Kars’ı konuşurken kaşar peyniri, gravyer ve bal üçlüsünden bahsetmeden de geçmek olmuyor zaten… 

Kars’ta ne yenir, yöresel yemekleri nerede bulabilirsiniz KARS YEME – İÇME REHBERİ‘inde detaylıca anlattım. 

Kars’ta nerede kalınır?

Hotel Katerina Sarayı – Cheltikov Otel 

Kars’ta kalmak için sanırım en güzel adreslerden biri. Ruslardan kalma binaların en güzellerinden.  Kale’nin hemen altında, dere kenarında sakin bir konumu var. Odalar da oldukça şık döşenmiş. 24 saat resepsiyon ve kahvaltı servisi bulunuyor. Eğer hava uygunsa bahçede keyifli vakit geçirebilirsiniz. Fiyatlar çift kişilik 500 – 600 liradan başlıyor. 

Kars Konak Otel 

Merkezi konumuyla her yere 10 dakikalık yürüyüş mesafesinde. Temiz odalar, güler yüzlü hizmetiyle Kars’ın konaklama açısından en iyi otellerinden biri. Kahvaltı fiyatlara dahil. Çift kişilik odalar 350 liradan başlıyor. 

Kars-ı Şirin Otel

23 odalı şehir merkezindeki otel, gezilecek yerlere de çok yakın. Açık büfe kahvaltı ve 24 saat resepsiyon hizmeti var. Çift kişilik odalar 330 liradan başlıyor. 

Hotel Kent Ani 

Kars’ın merkezde yer alan otellerinden biri. Gezilecek yerlere ve yemek yerlerine oldukça yakın. Fiyatlar çift kişilik oda 190 liradan başlıyor. 

Kars Öğretmenevi

Uygun fiyatlı, düzgün bir yer arıyorsanız Kars Öğretmenevi’ni deneyebilirsiniz. 6’sı süit olmak üzere 42 odada 72 yatak kapasitesi var. Fiyatlar 2020 için kişi başı öğretmen 60 lira – kamu 60 lira– sivil 90 lira…  İki kişilik odalar öğretmen 100 lira – kamu 100 lira – sivil 150 lira.

Kars’a nasıl gidilir?

Baştan beri dediğim gibi Kars gitmek için en güzel yol, tren ile gitmek. Doğu Ekspresi ile Ankara’dan başlayan yolculuk bir günden birazcık fazla sürüyor ve muhteşem bir deneyim yaşatıyor insana. Tabi durum böyle olunca bu yolculuğu yapmak isteyenler de çoğaldı. Bu yüzden bilet bulmak imkânsızlaştı. DOĞU EKSPRESİ’NE BİLET NASIL BULUNUR‘u anlattığım ayrıca bir yazım var. Buradan tren hakkında gerekli bilgileri, bilet bulmak için ipuçlarını öğrenebilirsiniz. 

Kars gezilecek yerler
Kars sokakları

Bir başka tercih edilen yol da uçak ile gitmek. Tren ile bu uzun yolculuğu göze alamıyorsanız ya da fazla vaktiniz yoksa uçak ile gidebilirsiniz. THY ve Pegasus’un sefer yaptığı şehre yolculuk 1 saat 55 dakika sürüyor. Bu arada en çok tercih edilen yöntem ise bir yönü tren ile gidip diğer yönü uçak ile dönmek ya da tam tersi. Hava yolu tercih edecekseniz Erzurum veya Ardahan, diğer yakın iki nokta.

Türkiye’nin birçok yerinden Kars’a otobüs seferi bulunuyor. Ankara’dan 14 – 15 saat, İstanbul’dan 20 – 21 saatlik bir yolculukla Kars’a ulaşmak mümkün.

Araçla gitmek isterseniz İstanbul’dan 1436 kilometrelik bir yol var. 16 – 17 saatinizi alacaktır. Ankara’dansa yaklaşık 1100 kilometre 12 – 13 saat kadar sürüyor.

Şehir içi ve havalimanı ulaşım

Şehir içerisinde ulaşım için genellikle otobüs ve minibüs kullanılıyor. Çevre ilçelere ise minibüslerle ulaşabiliyorsunuz. 

Taksi de fazlasıyla var. Özellikle kısa zamanı olanlar ya da araçsız gelenler taksilerle günlük anlaşarak uzaktaki gezilecek yerlere bu şekilde gidiyorlar. Eğer birkaç kişiyseniz oldukça mantıklı bir seçenek. 

Ayrıca havalimanında araç kiralama hizmeti bulunuyor.

Havalimanından ulaşım

Havalimanı şehre 6 kilometre uzaklıkta. Belediyeye ait otobüslerle veya taksiyle 10 dakikada havalimanından şehre ulaşabiliyorsunuz. İç Hatlar terminalinin çıkışında yer alan otobüslerin sefer saatleri uçak saatlerine göre ayarlanmış durumda. Uçağın havalimanına iniş saatinden 30 dakika sonra Kars’a hareket ediyorlar. Kars’tan hareket saati ise uçuştan 2 saat öncesinde. Tek yön bilet ücreti 5 TL. Bileti otobüs içerisinde alabiliyorsunuz.

Otobüslerin kalkış yeri: Faikbey Cad. No: 148 Vergül Turizm Acentesi önü.

Ayrıntılı bilgi için telefon: 0474 223 21 52 Dahili 112

Taksi ile gitmek isterseniz şehir merkezine 35 lira, otobüs garına 50 lira kadar tutuyor. 

Yalnız gidilir mi?

Kars detaylı gezdiğim 2018 gezisi arkadaşlarımla yaptığım bir geziydi. İkinci gidişimse 2019’daydı ve tek başıma Tiflis’ten Şavşat’a giderken bir gece konaklayarak yarım gün geçirebildim Kars’ta.

Gözlemlediğim kadarıyla bir kadın olarak Kars’ta tek başına seyahat ederken bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyorum. Kars halkı oldukça açık görüşlü ve yardımseverler. Ama tek başınaysanız ben her zaman özellikle geceleri dikkat etmeye çok önem veriyorum. 

Daha fazla fotoğraf ve güncel gezileri kaçırmamak için instagram sayfamı takip etmeyi unutmayın: Figen Kokol

Kars’a gidiyorsanız farklı şeyler yemeğe hazır olun. Çünkü Kafkas ve Anadolu mutfağının karışımıyla oluşan Kars mutfağında harika lezzetler sizi bekliyor. Öncelikle burada et dediğinizde akla ilk kaz eti geliyor. Peynir dediğinizde de gravyer peynir. O yüzden bu sürprizlerle dolu şehir, tarihiyle, doğasıyla bir de yemek kültürüyle aklınızı başınızdan alabilir, benden söylemesi.

Kars’ta yeme – içme detaylarına geçmeden önce KARS GEZİLECEK YERLER ve diğer detaylar için Kars Gezi Rehberime de göz atmanızı öneririm.

Kars yemeklerinde baklagiller, un ve et ağırlıklı kullanılıyor. Et olarak da burada sofraların baş tacı, kaz eti. Eğer güzel yapılmışını bulursanız gerçekten çok lezzetli. Çıldır Gölü’nden çıkan sazan balığının lezzeti ise apayrı… 

Eğer mevsiminde gidiyorsanız Kağızman’ın uzun kayısısını ve uzun elmasını da yemeden dönmeyin. 

Kars Gezi rehberi
Kars – Ani Ören Yeri (Ani Harabeleri)

Kars mutfağının yıldızları

Kars yemekleri arasında öne çıkanları şu şekilde sıralayabilirim:

Hangel, piti kebabı, kaz eti, umaç helvası, hörre (un çorbası), evelik aşı, ısırgan otu, patatesli veya mercimekli erişte pilavı, ekşili et, haşıl, tencerede şiş kebap, tandırda kaz çekmesi, erişte aşı, kete, feselli, hasuda, kaz suyuna bulgur.

Hangel ya da hıngel 

Bir çeşit içi boş yaprak mantı.

Feselli 

Elde açma, saç üzerinde pişirilen bir çeşit gözleme.

Piti kebabı 

Kuzu gerdan, kuzu incik ve kuyruk yağı ile düdüklüde haşlanır. Ete zencefil ve haşlanmış nohut katılarak bir süre daha pişirilir. Domates ve biber ilave edilir. Güveçlere eşit olarak dağıtılır. Nohut ve haşlama suyu eklenerek fırınlanır. 

Kars böreği 

Diğer böreklerden en önemli farkı içerisinde Kars gravyerinin kullanılması.

Tandırda kaz çekmesi 

Bir buçuk metre derinliğinde kesik huni şeklindeki tandır denen ocaklar Kars evlerinin vaz geçilmezi. Genellikle ekmek ve yemek yapımında kullanılan ocaklarda kazın tadı da ayrı oluyor. Kesildikten sonra 4 – 5 saat kurutulan kaz eti, tandırın altına oturtulan hazırlanmış bulgurun üstüne gelecek şekilde asılır. Tandırın sıcaklığı ile pişen kazın yağı da bulgura akarak ona lezzetini verir. Piştikten sonra birlikte servis ediliyor.

Mercimekli veya patatesli erişte 

Mercimekler ve erişteler ayrı ayrı haşlanır. Daha sonra tereyağı eritilerek üzerine halka doğranmış patatesler ilave edilerek kızartılır. Mercimek ve erişte ilave edilerek demlenmeye bırakılır. 

Ekşili et 

Domates, soğan, maydanoz, tuz ve karabiberle pişirilen etin üzerine piştikten sonra yarım limon sıkılarak servis edilir.

Hasuda 

Şerbet hazırlanır ve sonra içine biraz un atılır ve çırpılır. Tavada yağ ısıtıldıktan sonra hazırlanan şerbetle un dökülerek karıştırılır. 5 – 10 dakika piştikten sonra artık yemeye hazır. 

Haşıl 

Buğdaydan hazırlanan bulgur suda pişirilerek süzgeçten geçirilir ve tepsiye dökülür. Üzerine tereyağ eritilir ve sarımsaklı yoğurt ile servis edilir. 

Kars gravyeri

Kars gravyeri bu topraklarda yüzyıllık bir geleneğe sahip. Boğatepe köyü ise Kars gravyerinin orijinal tarifle üretildiği Türkiye’deki tek yer. 

Kars yemekleri
Kars’ın ünlü Boğatepe gravyeri (Fotoğraf: Bogatepe.com sitesinden)

Diğer yazımda da anlatmıştım ama burada da kısaca yer vermek istiyorum. Boğatepe’de peynirin geçmişi Ruslardan gelen Malakanlar’a dayanıyor. Malakan’ın kelime anlamı ise “süt içenler” … 19. yüzyıl başında Ortodoks Kilisesi haftada 3 kez süt içilmesine izin verirken Malakanlar her gün süt içilmesine taraf olduğundan kilise ile çatışmaya girerler. Kilisenin kurallarına aykırı başka farklı dini uygulamalar da buna eklenince kilise tarafından aforoz edilirler. Rusya’da pek istenmeyen bu grup, 93 Harbi sonrası Ruslar tarafından bu bölgeye yerleştirilmiş.

Süt seven Malakanlar’ın kurduğu mandıralar zamanla köyde yerleşimin artmasını sağlamış. Ancak Ruslar Kars’tan gidince Malakanlar da gitme kararı almış ve yerlerine Tiflis’ten Karapapaklar getirilmiş. Onlar da mandıra geleneğini devam ettirerek bugüne kadar ulaşmasını sağlamışlar.

Köy halkının çabalarıyla kurulan Boğatepe’nin bir de Peynir Müzesi kurulmuş. BOĞATEPEKÖYÜ‘nde üretilen ürünlerini sitesinden sipariş vermek mümkün. 

Kars’ta nerede yenir?

Kars Kaz Evi

Kaz eti yemek istiyorsanız en iyi adres burası. Kazın yanı sıra piti kebabı ve hangelini de deneyebilirsiniz. Yemeklerin lezzeti kadar servis de iyi. 

Hanımeli Restaurant 

Ev yemeklerin en yakın lezzeti bulacağınız bir yer. Adından da anlaşılacağı gibi hanımeli değmiş, oldukça hoş ve güler yüzlü servisiyle yöresel lezzetleri bulabileceğiniz en iyi adreslerden biri. Kaz eti de oldukça güzel. 

Atalay’ın yeri

Çıldır’ın kenarında manzarası güzel yerlerden. Eğer yoğun dönemde gittiyseniz biraz servis sorunu yaşayabilirsiniz ancak Çıldır’ın sarı balığını bulabileceğiniz en önemli adres burası. 

Puşkin Restaurant

Kaz eti, hangel, evelik çorbası, umaç helvası gibi yöresel yemekleri bulabileceğiniz yerlerden. Fiyatlar dengeli, yemeklerse çok lezzetli. Akşamları yöresel dans gösterisi de var.

Kamer Mutfak ve Cafe

Lezzetli yöresel yemek bulabileceğiniz bir diğer adres de burası.

Aklınızda olsun

Peynir nereden alayım, diyorsanız Boğatepe Köyü’nü ya da Kars merkezdeki Karsak Peynir Cenneti’ni deneyebilirsiniz. 

KARS GEZİLECEK YERLER ve diğer detaylar için Kars Gezi Rehberi de işinize yarayabilir.

Daha fazla fotoğraf ve güncel gezileri kaçırmamak için instagram sayfamı takip etmeyi unutmayın: Figen Kokol

Yürüyüş yapmayı sevenler için Türkiye’de bence yürünecek ilk rota Likya Yolu olmalı. Likya Yolu yürüyüşü, muhteşem manzaraları, antik kalıntıları ve doğanın eşsiz güzellikleri ile dopdolu bir macera vaat ediyor size. İşte bu yazıda bu eşsiz yolculuk hakkında detaylı bilgiler ve yararlı öneriler bulacaksınız. 

Bana göre Likya Yolu Türkiye’nin en muhteşem rotalarından biri. Onu böylesine eşsiz yapan şeyse karadan araçla asla göremeyeceğiniz öyle etkileyici yerlerden geçiyor ki, size sadece her gördüğünüz manzarayı hayranlıkla izlemek kalıyor. 

Likya Yolu, yürüyüş tutkunları için adeta rüya gibi bir deneyim. Türkiye’nin tarihi, kültürü ve doğasıyla harmanlanmış bu yolculuk, unutulmaz anılar biriktirmek için mükemmel bir fırsat aynı zamanda. Hazırlıklı olun, ayakkabılarınızı giyin ve Likya Yolu’nun büyülü dünyasına adım atın! Çünkü bu yolda yürümek insanın hem bedenine hem de ruhuna iyi geliyor. 

O yüzden gelin bu özel deneyimin detaylarına bakmaya başlayalım. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü

Likya Yolu nedir?

Likya Yolu, Türkiye’nin güneyinde, Muğla’nın Fethiye ilçesinden başlayarak, Antalya’nın Demre ilçesinde sona eren bir uzun yürüyüş rotası. Yol boyunca antik Likya bölgesini keşfetme şansı buluyorsunuz.

Bu rota aynı zamanda dünyanın sayılı yürüyüş rotaları arasında yer alıyor.  İlk olarak 1999 yılında Kate Clow tarafından ortaya çıkartıldıktan sonra 2000 yılında resmi olarak açıldı. 

Yolun uzunluğu 500 metrenin üzerinde ve genellikle 25 ila 30 gün süren bir yürüyüşle tamamlanabiliyor. Her bir etapta birbirinden etkileyici antik kentleri, kaya mezarlarını, tarihi kalıntıları, kanyonları ve Akdeniz’in muhteşem manzaralarını görme şansı buluyorsunuz. Yolun tamamını bir seferde yapanlar var ancak genellikle etap etap yürünerek birkaç seferde tamamlanıyor.

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu – Adrasan

Likya Yolu’nun öne çıkan bazı özellikleri

Tarihi kalıntılar

Antik Likya bölgesi, tarihi kalıntılarla doludur. Yol boyunca Likya kaya mezarları, antik tiyatrolar ve kalıntıları keşfetme şansına sahip olacaksınız. 

Xanthos, Letoon, Patara, Myra, Andriake, Aperlai, Arykanda, Limyra, Olimpos, Pınara, Sidyma, Simena, Telmessos, Tlos gibi antik kentlerin bazen içerisinden ve bazen de çok yakınlarından geçeceğiniz bazı antik kentler.

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü

Doğal güzellikler

Yürüyüş rotası, zengin biyolojik çeşitliliğe sahip ormanlık alanlar, vadiler, plajlar ve dağlık bölgeler içeriyor. Akdeniz’in turkuaz rengi ormanın yeşiliyle birleşerek manzaranın güzelliklerini tamamlıyor.

Yerel kültür

Likya Yolu üzerindeki köylerde ve kasabalarda yerel halkla etkileşime geçme fırsatı bulabiliyorsunuz. Bu sayede geleneksel Türk kültürünü ve mutfağını deneyimleyebiliyorsunuz. 

Zorluk derecesi

Likya Yolu’nun zorluk derecesi orta seviye olarak kabul ediliyor. Ancak bazı kısımlar gerçekten zorlu… O yüzden yürüyüş öncesi etapların zorluk derecesini bilerek planlama yapmak çok önemli. 

İşaretleme

Yolun tamamı uluslararası kırmızı-beyaz renkli işaretleme sistemiyle işaretlenmiş durumda. Parkurlar orman içlerinde her 50 metrede bir ağaç veya kayaların üzerine, toprak yollarda ise 200 metrede bir uygun yerlere işaretlenmiş. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu işaretlemeler

Bu sistemde çarpı (X) işareti patikaya girilmemesini ifade eder. Kavşaklarsa genellikle yapılacak dönüşe göre eğimle gösterilir. Bu işaretlerse genellikle gönüllüler tarafından her yıl yenileniyor. 

Likya Yolu nasıl keşfedildi?

Likya Yolu’nun tasarlanması ve yürüyüş rehberi Kate Clow tarafından gerçekleştirildi. İngiliz doğa yürüyüşçüsü Kate Clow, Likya Yolu’nu ortaya çıkarmak amacıyla uzun süren araştırmalar ve harita incelemeleri yapmıştı. İlk olarak 1999 yılında planlanan bu rotanın resmi açılışı ise 2000 yılında yapıldı. 

İlk yıllarda Garanti Bankası’nın sponsorluğunda ve gönüllüler tarafından yapılan işaretlemeler sonucu Türkiye’nin ve dünyanın en güzel rotalarından biri ortaya çıktı. 

İşte Likya Yolu’nun bulunması ve geliştirilmesi sürecinde önemli adımlar:

Araştırma ve Planlama: Kate Clow, bölgenin haritalarını inceleyerek, antik kalıntıları, doğal güzellikleri ve geçilebilecek güzergahları belirler. Tarihi ve kültürel zenginliklerin yanı sıra, yürüyüş rotası için güvenli ve ilginç parkurların planlanması da büyük bir öneme sahip.

Gelir Sağlama ve İş birlikleri: Yolun oluşturulması için gerekli finansmanı sağlamak amacıyla yerel ve ulusal destekler aranmış. Bu süreçte yerel hükümetler, turizm kuruluşları ve çeşitli bağışçılar ile iş birlikleri yapılmış.

Altyapı ve İşaretlemeler: Yolun kullanıcılar için güvenli ve kolay anlaşılabilir olması için altyapı çalışmaları yapılmış. Yol boyunca yürüyüşçüleri yönlendirmek amacıyla işaretlemeler, tabelalar ve rehber materyaller yerleştirilmiş.

Kamuoyu ve Tanıtım: Likya Yolu’nun tanıtılması, yürüyüş rotasının popüler hale gelmesi ve daha fazla kişinin bu güzergahı keşfetmesi için çeşitli tanıtım faaliyetleri yapılmış. Turizmi desteklemek ve bölgeye katkıda bulunmak amacıyla tanıtım kampanyaları düzenlenmiş.

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu – Gelidonya Feneri

Likya Yolu’nun bulunması, geliştirilmesi ve tanıtılması, sadece bir bireyin çabasıyla değil, aynı zamanda yerel topluluklar, turizm kuruluşları ve doğa severlerin desteğiyle gerçekleştirilmiş. Kate Clow’un vizyonu ve bu projeye olan tutkusu, Türkiye’nin doğal ve tarihi zenginliklerini keşfetmek isteyen birçok yürüyüş severin dikkatini çekmiş ve Likya Yolu’nun bugünkü popülerliğini kazanmasını sağlamış.

Likya Yolu’nun uzunluğu 

Likya Yolu, ilk açıldığı yıllarda 509 km uzunluğundaydı. 2023 yılı itibariyle yolun uzunluğu 760 kilometreye ulaştı. Fethiye’nin Ovacık yakınındaki Hisarönü’nden başlayarak Antalya’da Konyaltı, Geyikbayırı ilçesinde son buluyor.

Likya Yolu’un etapları

Likya Yolu  20’nin üzerinde etaptan oluşan bir uzun mesafe yürüyüş rotası. İşte bu etaplar:

Hisarönü – Faralya (13 kilometre)

Bu etap, Likya Yolu’nun ilk etabı… Çam ağaçları arasındaki başlangıç tabelasına hoş geldiniz… Yol bir süre bu ağaçlar asından devam ederek Babadağ’ın eteklerinden geçen bu bölüm, muazzam deniz manzaralarına ve kanyonlara sahip. Tempolu bir yürüyüşle 6-7 saatte yürünebiliyor. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü – 1. etabın manzaraları

Faralya – Kabak Koyu (7 kilometre)

İnişlerle geçen bir etap olduğundan nispeten biraz daha kolay bir etap gibi görünse de inişlerin de çıkışlar kadar zorlu olduğunu unutmamak gerekiyor. Bu rotada Kabak Koyu’nun turkuaz rengi eşliğinde etkileyici manzaralarla yürüyeceksiniz. 

Kabak Koyu – Belceğiz (26 kilometre) 

Bu etap, dağlık araziden geçiyor ve kıyı köyleri olan Kabak ve Alınca’yı içeriyor. Yol üzerinde kanyonlar ve zeytinliklerle dolu manzaralar var. Rotanın en zorlu çıkışlarından biri burada. Ancak yine eşsiz manzaralar sizi bekliyor. Yedi Burunlar’ın görüntüsüne bayılacaksınız.

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü – Faralya yolu

Belceğiz – Letoon (14 kilometre)

Yükseklerden sizi Patara kumsalına indirecek yine güzel etaplardan biri. Burada Likya Uygarlığının en önemli şehirlerinden olan Letoon’u görme şansınız olacak. 

Letoon – İnpınar (13 kilometre)

Likya Yolu’nun en güzel etaplarından biri. Likya’ya uzun yıllar başkentlik yapmış Xanthos ve bu şehrin su kaynağı olmuş İnpınar. İhtiyaçlar için köyün bakkalını kullanabilirsiniz. Xantos Antik Kenti’ni gezmeyi unutmayın. 

İnpınar – Patara (16 kilometre)

Suyun kaynağı İnpınar’dan başlayıp bir başka güzellik olan Patara’ya uzanacaksınız. Hani, şu kum tepeleriyle de ünlü sahil. Akbel Köyü yine her türlü ihtiyaç için mola verilebilecek yerlerden biri. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü – Delik Kemer

Patara – Bezirgan (26 kilometre)

Kalkan manzaraları eşliğinde sizi Bezirgan Köyü’ne götürecek bir tırmanış var bu sefer. Tahıl ambarlarıyla ünlü bu köy mola vermek için en güzel yerlerden biri. Köylüler burada bu ambar geleneğini hale devam ettiriyorlar. 

Bezirgan – Gökçeören (19 kilometre)

Bu etap oldukça yorucu olacak. Yolun bir kısmı asfalt yol ile de birleşiyor. Bu yol üzerinde denk geleceğiniz vadi Kaputaş Sahili’ne kadar iniyor ancak bunu başka sefere bırakıyoruz. Yol tepelerden ve dere yatağından geçerek farklı bir güzergahtan devam edecek. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu – Bezirgan tahıl ambarları

Gökçeören – Susuz (14 kilometre)

Kısa gibi gözükse de bolca tırmanışlar içerdiğinden oldukça zorlu bir rota. Varacağınız nokta ise adı gibi suyu olmayan, doğanın kucağında bir yer olacak. Burada kalmak istemezseniz 20 kilometre daha yürüyerek Kaş’a inebilirsiniz. 

Susuz – Kaş (20 kilometre)

Bu etap bir önceki günkü tırmanışın aksine hep iniş içeriyor. Varışınız ise eski adı Antiphellos olan güzeller güzeli Kaş. Yine manzaralarla dolu bir rota. Dinlenme molası vermek için en doğru yerdesiniz. 

Kaş – Aperlai (23 kilometre)

Kaş’ın içinden başlayan bu etap yine Likya Yolu’nun en güzel etaplarından biri olacak. Küçük ve Büyük Çakıl’dan geçerek tekrar tırmanışa geçeceksiniz. Aynı zamanda da bol yüzme molaları verebileceğiniz bir etap. Bir süre su kaynağı olmadan yürüyeceksiniz o yüzden tüm depolarınız doldurmanız önemli. 

Aperlai – Kekova (13 kilometre)

Bu rota özellikle benim favori etabım. Yine muhteşem manzaralar eşliğinde kıyı şeridini takip eden bir etap. Aperlai batık kentinden başlayarak Kekova’ya kadar uzanıyor. Kekova’da mutlaka uzun zaman geçirin. Etrafı dolaşın. Simena’da kaleye çıkın, lahitler arasında yüzün ve manzaranın keyfini çıkarın.

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü – Kekova Körfezi’ne inerken

Kekova – Demre (26 kilometre)

22 kilometresi patikadan devam eden yolun son 4 kilometresi asfalt yoldan geçiyor. Belki burada bir kaçamak yapılabilir. Sonrasında güzel koylar ve tepeler arasında keyifli bir yürüyüş sizi bekliyor. İsterseniz yolu biraz değiştirerek Andriake ve sonrasında Myra antik kentlerine uğrayabilirsiniz. Sonraki durak Noel Baba’nın köyü Demre. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu – Simena Kalesi’nden Kekova Körfezi

Demre – Goncatepe (19 kilometre)

Yol bugün dağlara uzanacak. Kısa görünse de çıkış olduğu için biraz zorlayabilir. Alakilise, Papazkaya bugünün ilginç durakları olacak. 

Goncatepe – Finike (20 kilometre)

Bu etabın güzel yanı dünkü zorlu çıkıştan sonra bugünün iniş günü olması. Sedir ağaçları arasından yol sizi Erentepe diye anılan bir türbeye götürecek. Belen Köyü’nden geçerek Finike’ye ulaşacaksınız. 

Mavikent – Gelidonya Feneri (15 kilometre)

Bu etap için önerilen, Finike-Mavikent arasını bir araçla geçmeniz. Nefesinizi Mavikent – Gelidonya arasındaki etaba saklamak en iyisi. Fener yoluna girmeden önünüze çıkan birkaç güzel koyda mola vermeyi ihmal etmeyin. Karaöz’de ihtiyaçlar için bir mola verip fenere çıkan yola girebilirsiniz. Ve sonrası unutulmaz manzaralar. 

Gelidonya Feneri – Adrasan (13 kilometre)

Gelidonya Feneri
Gelidonya Feneri, Antalya

Yine kısa ama zorlu etaplardan biri. Ben bu etabı tersten yürüyerek de oldukça zorlandığımı hatırlıyorum. Kayalıklardan ve dere yatağından geçen yol sizi çam ağaçları arasından geçerek Adrasan’a ulaştıracak. 

Adrasan – Olympos / Çıralı (16-20 kilometre)

İşte, size yine rotanın en güzel etaplarından biri. Önce Musa Dağı’na çıkacak sonra zorlu bir inişle Tanrıların ateşi olarak bilinen Çıralı’ya geleceksiniz. Su kaynaklarının olmadığı bir etap olduğu için baştan hazırlıklarınızı yaparsanız harika olur. Olimpos Antik Kenti’ni mutlaka gezin. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu – Adrasan Sahili

Olympos – Phaselis (25 kilometre)

Çoğunluğu sahile paralel geçen bu yol ara sıra yükselerek sizi harika bir antik kente ulaştıracak. Tekirova civarında asfalt ile birleştiğinden belki otostop yapmak akıllıca olabilir. Daha sonra denizin hemen kıyısına kurulmuş Phaselis’te uzun bir mola verin. Bir zamanların önemli liman şehri olan Phaselis’te hamam kalıntıları, kemerler ve sütunlarla çevrili üç koyu gezebilirsiniz. Konaklama için Tekirova’ya dönebilirsiniz. 

Phaselis – Gedelme (17 kilometre)

Buradan sonrası artık dağlarda tepelerde geçecek. Likya Yolu’nun deniz sefası sona erdi dersek yanlış olmaz. Çıkışlı inişli yol sizi Kemer Çayı’na kadar getirecek ve sonunda asfalt yol ile birleşecek. Araçla geçmeyi planlarsanız yol üzerinde karşınıza çıkacak şelalelerde yüzme şansını kaçıracağınızı söylemeliyim. 

Gedelme – Tahtalı Zirvesi (21 kilometre)

Gedelme’de ihtiyaçlarınızı aldıktan sonra Likya Yolu’nun üzerindeki en güzel zirve deneyimine hazırsınız demektir. 2000 metrenin üzerine çıkacak yol çam ağaçları arasından ilerliyor. Kuzudere Yaylası’nda ise yaş kış oturanlar var. Dev bir çınarın yanından geçeceksiniz, sonra Akdeniz’in ünlü sedir ağaçları başlayacak. Ve sonrasında Çukuryayla geliyor. Tahtalı Zirvesi ise size Toroslar’dan Gelidonya Feneri’ne kadar uzanan etkileyici bir manzara ile ödüllendirecek. 

Gedelme – Göynük Yaylası (31 kilometre)

Tahtalı’dan Gedelme’ye gelip bu sefer her daim yeşil Göynük Yaylası’na çıkıyoruz. Ormanlık yol üzerinde bir kamp alanı göreceksiniz ancak yol buradan devam ediyor. Nehir geçmeniz gereken ve bol sulu bir etap. Ancak bundan sonra tırmanışla devam ediyor ve sonunda Göynük Yaylası var. 

Göynük – Hisar Çandır (19 kilometre)

Artık yolun sonuna yaklaşıyoruz. Nehirde yüzme molası verip tırmanışla yola devam eden bir rotadasınız. Sonra harika bir Antalya manzarası. Hidacık Tepesi denen bu noktadan sonra yol inişle bir vadiye ulaşıyor. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşünden – Tahtalı

Hisar Çandır – Geyikbayırı

Likya Yolu’nun son etabı 2015 yılına kadar burasıydı. Daha sonra eklenen Geyikbayırı etabı 

otoyoldan başlayarak ormanlık ve dağlık alanlardan geçiyor. İnişlerle ve çıkışlarla yol Trebanna kalıntılarına kadar uzanıyor. Kaya tırmanışı yapılan alan vardığınızda Likya Yolu’nun son (ya da) başlangıç noktası Geyikbayırı’na ulaşıyorsunuz. 

Likya Yolu’na nasıl gidilir?

Likya Yolu’na gitmek için genellikle iki ana başlangıç noktası var: Fethiye (Muğla) ve Antalya. Hangi noktadan başlayacağınıza rotanın hangi kısmını keşfetmek istediğinize bağlı olarak karar verebilirsiniz.  İşte her iki başlangıç noktasından Likya Yolu’na nasıl gidileceği:

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü – Yediburunlar

1. Fethiye başlangıç noktası:

Hava yoluyla:

Fethiye’ye gitmek için en uygun yol hava yolunu kullanmak. Muğla Dalaman Havalimanı, Fethiye’ye en yakın uluslararası havaalanı. Havalimanından Fethiye’ye transfer sağlayan otobüsler, taksi veya özel transfer hizmetlerini kullanabilirsiniz. Yolculuk yaklaşık 1 saat sürüyor. 

Kara yoluyla:

Fethiye’ye kara yoluyla gitmek istiyorsanız, büyük şehirlerden otobüs veya araç kiralama seçeneklerini değerlendirebilirsiniz. Özellikle kara yolu ile seyahat ederken rotanın trafiğe bağlı olarak değişebileceğini unutmayın.

2. Antalya başlangıç noktası:

Hava yoluyla:

Antalya, Likya Yolu’nun diğer başlangıç noktası. Antalya Havalimanı, uluslararası uçuşlara hizmet veren bir havalimanı. Havalimanından Antalya şehir merkezine ulaşım sağlayan otobüs, taksi veya özel transfer seçeneklerini kullanabilirsiniz.

Kara yoluyla:

Antalya’ya kara yoluyla gitmek için otobüs veya araç kiralama seçeneklerini değerlendirebilirsiniz. Antalya şehir merkezinden Fethiye’ye giden otobüs seferleri de mevcuttur.

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü – 2007

Rotaya ulaşım:

Likya Yolu rotasına ulaşmak için şehir merkezlerinden otobüs, minibüs veya taksi gibi toplu taşıma araçlarını kullanabilirsiniz. Ayrıca, başlangıç noktanızın yakınında bulunan pansiyon veya otelden yolculuğunuz için yardım ve transfer hizmeti talep edebilirsiniz.

Likya Yolu’na ne zaman gidilir?

Likya Yolu’na gitmek için en uygun zaman, genellikle ilkbahar (Nisan-Mayıs) ve sonbahar (Eylül-Ekim) aylarıdır. Bu dönemlerde hava koşulları oldukça ılıman ve bu da yürüyüş için en ideal ortamı sağlıyor. Yazın bu bölgenin aşırı sıcak olduğunu ve bu yüzden su kaynaklarının kuruduğunu unutmayın. 

İlkbahar aylarında doğada canlanma başlar ve Likya Yolu boyunca çeşitli bitki örtüsü renklenir. Sonbaharda ise yaprak dökümü ve sonbahar renkleri yürüyüşünüze görsel bir güzellik katar.

Likya Yolu’nda konaklama

Güzergahı ve konaklama yerlerini önceden belirlemek, seyahatinizi daha kolay ve planlı hale getirebilir. Öncelikle yerel haritaları ve rehberleri inceleyerek rotanın detayları hakkında bilgi edinmelisiniz. 

Likya Yolu üzerinde konaklama için köylerde, pansiyon, kamp alanları, butik otel seçeneklerinden birini tercih edebilirsiniz.  Bu rotada konaklamak isteyen yürüyüşçüler, her günün yürüyüş mesafesine göre konaklama yerlerini planlamalıdır. 

İşte Likya Yolu’nda konaklamak için bazı öneriler:

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşünden manzaralar

Pansiyonlar ve aile işletmeleri: Likya Yolu üzerinde birçok köyde küçük aile işletmeleri ve pansiyonlar bulunmakta. Bu tesisler genellikle temel konaklama imkanları sunar ve yerel halkla etkileşimde bulunma şansı verir.

Kamp alanları: Yürüyüş rotası üzerinde belirli bölgelerde kamp yapmak mümkün. Ancak, kamp yapmadan önce bölgedeki izin gereksinimleri ve kamp kurma kuralları hakkında bilgi almak önemli.

Köy evi konaklamaları: Likya Yolu üzerinde bazı köyler, yerel halkın evlerinde konaklama imkânı sunuyor. Bu tip konaklamalar, ziyaretçilere daha kişisel bir deneyim ve yerel kültürle etkileşim fırsatı sağladığı için tercih edilebilir.

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü – 1. etap Faralya yolu

Butik oteller ve pansiyonlar: Bazı durumlarda, rotanın geçtiği bölgelerde küçük butik oteller bulunabilir. Bu tür konaklamalar daha fazla konfor sunar ancak rezervasyon önceden yapmayı ihmal etmeyin.

Oteller: Rotanın başlangıcı olan Fethiye, Kas ve Demre gibi şehirlerde çok fazla büyük otel seçenekleri bulubilirsiniz.

Yol Üzerindeki Hizmetler: Bazı köylerde ve rotanın geçtiği diğer bölgelerde, yürüyüşçülere yönelik hizmetler sunan tesisler bulunabilir. Restoranlar, kafeler ve marketler, yürüyüşçülere yiyecek ve içecek temini konusunda yardımcı olabilir.

Likya Yolu giriş ücreti var mı?

Likya Yolu’nu yürümek için herhangi bir ücret yok. Ancak turlarla gitmeyi düşünürseniz buna ayrıca bir bedel ödemelisiniz. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu civarında gezilecek yerlerden – Kayaköy

Likya Yolu kampı için yanınızda neler getirmelisiniz?

Likya Yolu’nda yürüyüşe çıkmadan önce yanınıza almanız gereken ekipmanları ve malzemeleri düşünerek hazırlık yapmak önemli. Hava koşulları, yürüyüş mesafeleri ve rotanın zorluk derecesi göz önüne alınarak bir çanta yapmanızı tavsiye ederim. 

İşte Likya Yolu yürüyüşü için sırt çantası listesi:

Sırt çantası

Hafif ve rahat bir sırt çantası, yanınıza almanız gereken diğer ekipmanları taşımanız için önemli. Sırt çantanızı doğru ayarlayarak sırt ağrılarını önleyebilirsiniz.

Yürüyüş ayakkabıları

Bileğe iyi destek sağlayan, su geçirmez ve konforlu yürüyüş ayakkabıları seçmelisiniz. Ayakkabılarınızın rotanın zorlu koşullarına uygun olduğundan emin olun.

Giysi

Hava koşullarına uygun, hafif ve katmanlı giyim tercih edin. Yürüyüş yaparken terleyeceğinizden emin olduğunuz için hızlı kuruyan ve nefes alabilen kumaşları tercih edin. Sayıları abartmamaya çalışın.

Yağmurluk veya rüzgarlık

Beklenmedik hava değişikliklerine karşı korunmak için su geçirmez bir yağmurluk veya rüzgarlık yanınızda bulunmalı.

Şapka ve güneş gözlüğü

Güneşin etkilerine karşı başınızı koruyacak bir şapka ve gözlerinizi güneş ışığından koruyacak güneş gözlüğü almayı unutmayın. Ve tabii ki, güneşten korucuyu bir krem.

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu – Kelebekler Koyu

Su kabı

Likya Yolu üzerinde birçok su kaynağı var, ancak kendi su kabınızı yanınıza almak her zaman önemli. Ayrıca, su arıtma tabletleri veya filtre kullanarak suyunuzu temizleyebilirsiniz.

Harita ve yol rehberi

Yol üzerinde kaybolmamak için güncel bir harita ve Likya Yolu’nun yol rehberini yanınıza almalısınız. Akıllı telefonlarda kullanılabilecek çevrimdışı harita uygulamaları da faydalı olabilir. Mesela Wikiloc rotalarını indirebilirsiniz. 

Uyku tulumu ve mat

Kamp yapacaksanız kendi uyku tulumunuzu ve matınızı yanınıza almalısınız.

Kişisel bakım malzemeleri – İlaçlar

Diş fırçası, diş macunu, sabun, şampuan gibi kişisel bakım malzemelerini ve küçük bir ilk yardım kiti yanınıza almalısınız.

Taşınabilir şarj cihazları

Akıllı telefon, fotoğraf makinesi veya diğer elektronik cihazlarınız için taşınabilir şarj cihazları kullanışlı olabilir.

Işıldak veya kafa Lambası

Gece konakladığınızda veya karanlıkta yürüyüş yapmanız gerektiğinde kullanmak üzere bir ışıldak veya kafa lambası alabilirsiniz.

Kamp çantanızı hazırlamakta zorlanıyorsanız “KAMP ÇANTAMDA NELER VAR” konulu yazım işinize yarayabilir. 

Likya Yolu yürüyüşü
Likya Yolu yürüyüşü – Kekova Körfezi

Tek başına mı grupla mı yürümeli?

Bu tamamen size bağlı… Tecrübeli bir yürüyüşçüyseniz birçok etabın tek başına yürünmesinde bir sakınca yok. Ancak bazı zorlu etaplar için yanınızda birinin olması iyi olabilir. En azından iki kişi olmakta fayda var.

Organize bir tur grubuyla yürümenin de avantajları ayrı. Eğer kamp yüküyle yürümek istemiyorsanız bu turlarda eşyalarınız araçlarla bir sonraki konaklama noktasına iletiliyor. Konaklamanın yanı sıra yiyecek-içecek konusunu düşünmek zorunda kalmıyorsunuz. Her şeyin ötesinde etaplar hakkında tecrübeli rehberler işinizi oldukça kolaylaştırıyor.

“ANTALYA GEZİLECEK YERLER” veya “FETHİYE GEZİLECEK YERLER” hakkında merak ettikleriniz varsa bu yazılar size fikir verebilir. 

Seyahat etmeyi seviyorsanız güncel gezilerim ve renkli fotoğraflar için instagram sayfamı takip etmeyi unutmayın: Figen Kokol

Merhum Halûk Dursun Hoca, “İSTANBUL’DA YAŞAMA SANATI” adlı kitabında İstanbul Kültürüne vakıf olmak isteyenler için bir yelpaze mahiyetinde bilgiler sunar. Özellikle bazı bölümlerde İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü hakkında anlattıkları heyecan verici ve merak uyandırıcıdır.  

İstanbul’un farklı iklim bölgelerinin kesiştiği bir şehir olması ev sahipliği yaptığı çiçek ve ağaç türlerine de yansır. Bu çeşitlilik günümüzde bile şehrin her dönem renkten renge bürünmesini sağlar.

Gelin, önce Halûk Dursun Hoca’nın İstanbullu olmak üzerine söylediklerine bir göz atalım:

İstanbul'da ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’da ağaç ve çiçek kültürü

“İstanbul’da doğmadım, ama İstanbullu oldum. İstanbul’da yaşayıp da bir türlü İstanbullu olamayanlara hep acıdım, onları hiç anlayamadım. İstanbul’u geçmişte bırakıp, nostalji feryatlarına katılmadan elde kalanlarla yetinmeye, onları keşfetmeye çalıştım. 

İstanbulluların, İstanbul’u sevmesi için tanıması, geçmişteki önemini ve tarihî güzelliklerini bilmesi gerekir. Yeni İstanbullu, eski hemşehrilerinin nasıl yaşadığını, hangi güzellik ortamı içinde bulunduğun görüp tadamamış olsa bile, en azından duyabilmeli, öğrenebilmeli ve imrenebilmedir. 

Günümüzde maalesef artık kalmayan ortak İstanbul kültürü, ancak ortak İstanbul tarih bilinciyle oluşturulabilir. Bütünün bittiğini, genel özelliğinin kaybolduğunu kabul etmekle beraber, nelerin kaldığını, ne şekilde korunabileceğini, bunların yeni nesillere nasıl aktarılabileceğini düşünmek ve bu konuda çalışmak da boynumuzun borcudur.”

Haluk Hoca bu yazıda bizi eski İstanbul’u bize semt semt gezdirirken bir yandan da ağaçları çiçekleriyle o günlerin gözümüzde canlanmasını sağlayacak, bize rotalar çizecek…

İşte size İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü üzerine bulunmaz notlar:

Çınar Ağacı

İstanbul’un en yaygın ve en yaşlı ağaçlarından biridir. Çınar, büyük gövdesi, geniş yaprakları ve uzun ömrüyle dikkat çeker. Osmanlı döneminde, şehrin peyzaj mimarisinde ve kültürel anlamda önemli bir rol oynamıştır. Osmanlı imparatorluğunun gücünü ve hâkimiyetini simgelemiştir. Çınar ağaçları, meydanlarda, cami avlularında, çeşme ve kahvehane önlerinde anıt özelliği taşımıştır. 

İstanbul’un sembol ağaçlarından olan çınar Boğaziçi’nin de “köy bekçiliğini” yapar. Hemen her köyün camiini, iskelesini, kahvesini bekleyen bir çınar bulunur. Tartışmasız en güzeli ise Çengelköy’deki balıkçı kahvesinde olanıdır. Ama Emirgân, Bebek, Kanlıca İskender Paşa Türbesi, Beykoz çınarı, Anadolu Hisarı-Bahriyeli Sedat Bey Yalısı’nın arka bahçesi, Küçüksu – Kıbrıslı Yalısı bahçesi ve Mihrâbâd girişindeki çınarlar ağaçlar nostaljisinin gereksizliğini ve geçerliliğini ispatlayacak boyutlardır. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü – Çınar

Osmanlı çınarı sadece bir ağaç niteliği taşımaz. Hükümranlık, devamlılık, sahiplik arz eder. İlk fetholunan yerlere yapılan namazgah ve çeşmeyle birlikte çınar da kalıcılığın ve üstünlüğün bir ifadesi olarak dikilir. 

Büyükdere çınarı boyutlarında olmasa da Uyuyan Çınar, Bilezikçi Çiftliği, Eyüp, Alemdar, Sultanahmet, Topkapı, Atik Valide, Çengelköy, Göksu Dört Kardeşler, Kıbrıslı Yalısı, Beykoz, Bebek, Rumeli ve Anadolukavağı, Şaşkınbakkal, Mihrimah Sultan Camii çınarları görülmeye değeridir.   

Servi Ağacı

Osmanlı’nın ikinci ağacı, sadece bu dünyanın değil, öbür dünyanın da ağacı sayılabilecek olan servidir. Yanlışlıkla mezarlık ağacı olarak bilinen servi, aslında eski İstanbul’un dekoratif unsurlarından biridir. 

Aşiyan’da olduğu gibi, Boğaziçi’nde deniz seviyesinde, özellikle iskele meydanlarında çınar, tepelerde şemsiye gibi açılmış dallarıyla fıstık çamı, Otağtepe, Burunbahçe, Anadolu Kavağı, Kanlıca, Fethi Paşa Korusu, Büyük ve Küçük Çamlıca, aralarda da koyu, endamlı gümüş serviler birer nöbetçi misali mevzi almışlardır. 

İstanbul için bir serviler şehri diyebiliriz. Eski kültürümüzde mezarların şehrin içinde olması yaşamla ölümü iç içe kılmanın yanı sıra, mezarlar ve türbelerin servilerle kaplı bulunması yer yer servi kümelerinin meydana gelmesini sağlamıştır. 

Ağaç türlerinin seçimi ve dikimi padişahları da yakından ilgilendirmiştir. İzmit, Karamürsel, Yalakdere pazarlarındaki görevlilerden çınar, dişbudak, karaağaç, çitlembik, meşe, defne, erguvan ve ahlat talep edilmiştir. 

Bu arada ahlat ağacına dikkat çekmek gerekirse, çiçek açtığı zaman çok güzel bir manzara arz eder. Otağtepe’den Dolaybağı yoluyla sahile inerken son birkaç yıla kadar bu ahlatlardan bazıları muhteşem görüntüleri ve mevsiminde açan çiçekleriyle gönülleri şad ederdi. 

Servinin olmadığı yerde mazıya Abdurrahman Çelebi denir. İstanbul gibi bir şehre servi yerine mazı dikmek şehre saygısızlık ve kıymet bilmezliktir. Ayrıca I. Mahmud ve IV. Murad’ın hizmetleri arasında Çengelköy-Kandilli civarında servi ağacı dikimi de yer alır. 

Servi ağaçları yağmur sonrasında hoş bir koku bırakır. Eskiden gelinlik kızların çeyiz sandıkları Servi ağacından yapılırmış. Güzel bir kokusu yanında güve gibi haşeratı da uzak tutarmış.

(Gençlere Hayat Bilgisi kitabından)

Manolya Ağacı

Manolya, başka bir “iklim”den gelmiş olmasına rağmen, özellikle Boğaziçi yalı bahçelerini kendisine yurt edinmiştir. Kuzguncuk’tan başlarsak sırayla gider, yalı bahçelerinde yol kenarlarında görür ama en devasalarını Beylerbeyi Sarayı’nın bahçelerinde fark ederiz. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü

Çengelköy’deki koca çınarlar manolyalara geçit vermezler ama Vaniköy’dekiler, hele Kanlıca’dakiler ve ta Beykoz’a kadar sahil boyu bekleyenler müthiştir. Boğaz’ın karşı yakasına geçersek Arnavutköy ve Bebek’te hemen kendilerini gösterip yine anıt özelliğinde olanların Baltalimanı Kemik Hastanesi’nde saklandığını fark ederiz. 

Arada Ihlamur Kasrı’ndakiler, Emirgan-Yıldız Parkı’ndakiler ve daha nice dev manolya… Yaz kış yapraklarını cilalayan, dökmeyen ve mevsimi geldiğinde de su üstündeki nilüfer gibi yaprak arasından beyaz çiçekler gösteriveren, etrafa kokular salan manolyalar, Boğaziçi’nin otuz metre yüksekliğe ulaşan dev manolyaları… 

(Resim ve Heykel Müzesi bahçesinde de nefis bir manolya ağacı vardır.)

Mimoza

İstanbul’a yabancı diyarlardan gelip hayatımızın bir parçası olan mimoza, isim itibarıyla yanlış tanınır. Aslında “gümüş yapraklı gerçek akasya” yahut “acacia dealbata”dır. İstanbul’un, özellikle Anadolu yakasının ve Adalar’ın bahar müjdecisidir. 

Mimoza, İstanbul’un yerlisi değil. Tarihî bir geçmişi ve tabii bir yetişme alanı yok. Eğer insan eliyle getirilip dikilmezse kendiliğinden yetişmiyor. Yani Hüdây-ı nabit değil. Tıpkı manolya, gardenya, kamelya, zakkum, aslanbıyığı, gülibrişim, avize çiçeği, palmiye vs. gibi yabancı kaynaklı egzotik bir bitki. 

Bizim mimoza olarak bildiğimiz aslında acacia dealbata (gümüşi yapraklı gerçek akasya)’dır. Anayurdu Avustural’ya’dır. Ve küstümotugillerdendir. Kumlu ve kuvvetli toprakları sever. Beş metreden fazla boylanarak çalı kümesinden çıkar ve ağaç unvanını kazanır, ama on beş metreyi geçemez. Yapraklarının rengi açık yeşilden mavi yeşile kadar değişen varyasyonlar gösterir. Parlak sarı renkte olan çiçekleri kar tanelerini andırır. Sürgünleri ve genç yaprakları tüylüdür. Sarı çiçeklerini toplayabilmek için dallarıyla birlikte koparmanız gerekir. 

En büyük rakibi erguvandır. Onun gibi İstanbul kültürüne ve Boğaziçi’ne girebilme imkânına sahip olamadığından, kendisine göre bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Adalar’a sığınmıştır. Oranın yerli Rumları tarafından ilk defa mimoza ismi kullanılmış ve galat-ı meşhur olarak yayılmıştır. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü -Mimoza

Attila İlhan’dan öğrendiğimize göre, eski İstanbullular “amber” ismini de kullanırlarmış. Malum, Adalar Bizans döneminde bir sürgün yeriydi. Sayfiyeye dönüşmesi çok sonradır. Mimoza da Büyükada’da merkez üssünü kaymakamlık bahçesine kurmasının ardından gözünü karşıya, Anadolu yakasına dikmiş ve ne yapmış etmiş, kapağı önce Dragos’a, sonra da Maltepe sırtlarından Başıbüyük Tepesi yamaçlarına atmayı başarmıştır. Bütün bu sızma ve yayılma operasyonları sırasında hep “kod ismi” mimozayı kullanmıştır. 

Büyükada’yı kurtarılmış bölge yaptıktan sonra şimdi de Maltepe Köprüsü’nden Süreyya Paşa Hastanesi’ne giden yolda sağ cenahı kendisine pilot bölge olarak seçmiş ve mevzi bir başarı elde ederek sokağın ismini bile “Mimoza” olarak yazdırmıştır. 

Mimoza, İstanbul’daki bütün dezavantajlara karşın çok güçlü bir silahı kullanma imkânına sahiptir. Sadece bir kerelik atış gücü ve etkisi olan bu silah, Büyükada’dan başlamak üzere İstanbullulara baharın geldiğinin müjdesini verme imtiyazıdır. Anadolu’da ve kırlık alanlarda bademlerin, eriklerin yapmış olduğu bu işi İstanbul’da mimoza ifa eder. Bu sayede diğer bütün bitkilerden erken davranarak “ilk olma” şerefini kazanır. Bu rüçhan hakkı sayesinde erguvana nasip olmayan bir şekilde özellikle Kadıköy İskele Meydanı’nda para karşılığı alıcı bile bulur.

Erguvan Ağacı

Erguvan ağacı da bahar aylarında pembe renkli çiçekleriyle Boğaz’ı süslemiş, İstanbul’un simgesi haline gelmiştir. Erguvan, Boğaz’ın kıyılarında yetişen bir ağaç türüdür. “Çiçekler arasında İstanbul’un alametrifarikası olma özelliğini taşıyan erguvan ağacı, aynı zamanda “imparatorluk kültürü”nün bir ürünüdür. 

Hem Roman-Katolik hem Grek hem de Türk-İslâm çevrelerinde hep itibar görmüş, baş tacı edilmiştir. Hıristiyanların, özellikle- Vatikan’ın inancına göre Hz. İsa’yı ihbar eden Yahuda İskaryot’un kendini asması dolayısıyla daha önce beyaz renkteyken utancından kıpkırmızı kesilir. Ama eski beyazlığından da bir şeyler taşıyarak erguvani rengi oluşturur ve Mayıs’ta İstanbul’a damgasını vurur. Gerçi erguvan Hristiyanlığın yahut en azından Bizans’ın ağacıdır ama biz onu “imparatorluk kültürü” anlayışımız içinde eritiyor, asimile ediyoruz. 

İstanbul'da ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’da ağaç ve çiçek kültürü – Erguvan ağaçları ve İstanbul

Rumeli yakasında Yıldız Parkı, Yahya Efendi Dergâhı’nın Korusu, Ortaköy Ali Saib Korusu, Kuruçeşme Şeyhülislâm Cemaleddin Efendi Korusu, Bebek Arifi Paşa Korusu, Naile Sultan Korusu, Emirgân Korusu, İstinye Koyu Korusu, Kalender Korusu, Tarabya’da Fransa, Almanya büyükelçiliklerinin Korusu, Huber Köşkü Korusu, karşı tarafta ise Fethi Paşa Korusu, Vaniköy’ünde Papaz Korusu, Kandilli’de Cemile Sultan Korusu, Çubuklu da Hidiv Korusu ve Beykoz Korularında. 

Erguvanı Boğaz’da görmeli, karadan geçip gitmek hem Boğaz’a hem de erguvana hakarettir. İstanbulluların Boğaziçi vapurlarında her iki sahili görecek bir yerde oturup erguvanları Boğaz’da seyretmeleri gerekir. Ahmet Hamdi Tanpınar ise Beş Şehir’de gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa onun erguvan olduğunu yazıyor.

“BAHAR OLDU GÜZEL EVDE DURULMAZ

BU MEVSİMDE ERGUVANA DOYULMAZ.”

Mor Salkım

Boğaziçi’nin erguvandan sonra bir diğer tabii dekoru ise mor salkımdır. O erguvan gibi hüdâ-yı nâbit olmayarak insan eliyle dikilip büyütülür. Erguvan koruların kıyıların çiçeği olma özelliğini taşırken, mor salkım konakların, köşklerin yanı başındadır. 

Ağaçların beline sarılmış, kollarıyla dalına uzanmış hep aşk halindedir. Malum sarmaşık “aşk” kökünden gelir. İstanbul’da araması en zor olan nesnelerden birisidir. Çünkü doğrudan göz önüne çıkmayıp, hep geride kalır, kuytu köşeleri sever. Boğaziçi’nde hâlâ birçok yalının bahçesinde, ağaçlar üstünde yahut kameriyenin gölgeliğinde, bazen Küçüksu’da olduğu gibi bir kır kahvesinde mor salkım her köşeye yar ağyar demeden ülfet eder. 

Köşkler, konaklar ve yalılar bir bütün içinde incelenmesi güç de olsa tek tek aranıp bulunduğunda geneli ve bütünü anlatabilecek durumdadır. Akbıyık, Edirnekapısı, Zeyrek, Göztepe ve Üsküdar’da olduğu gibi. Fakat Boğaziçi’nin tenha sokaklarında, Beylerbeyi’nde, Anadoluhisarı’nda, Kandilli’de, Kanlıca’da; öbür yakada ise Arnavutköyü’nde, Emirgân’da, Bebek’te, Rumelihisarı’nda, Büyükdere ve Tarabya’da arayanın bulacağı örnekler hâlâ mevcut. Bunlardan en güzeli Defterdar Camii duvarında sarılı olan mor salkımdır.

Sümbül

İstanbul’un en eski çiçeklerinden biridir. Sümbül, kışın sona erdiğini ve baharın geldiğini müjdeleyen bir çiçektir. Hem güzel kokusu hem de renkli görüntüsüyle İstanbul’u neşelendirir. Aynı zamanda divan edebiyatında sevgiliyi, aşkı, özlemi ve hüznü anlatmak için kullanılan bir çiçektir. Uzun müddet sert olan hava bugünlerde sümbülîleşti.

Hava-yı sünbülide seyr-i sünbülzar âlâdır 

Zemini asumanı gösterir özge temaşadır. 

Gene gömgök tere batmış çıkageldi çemene 

Nevbahar oldu diye verdi haberler sünbül

İstanbul’da çiçek yetiştirmeye önce gül ile başladım. Son merakım ise sümbül. Çocukluğumun kokuları olan leylak, beyaz zambak ile, ahşap evimizin tahtalarına kadar sinen sümbül. Sümbül sevdası ben de öylesine büyüdü ki, bunun için özel geziler yapar oldum. Bunlardan birini de Eskihisar’a giderek gerçekleştirdim. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü

Eskihisar’ı seçmem tesadüfi değil. Osman Hamdi Bey’in buradaki köşkünün bahçesinde sümbülcülük yaptığını biliyordum. Bu geleneğin devam edip etmediğini öğrenmek amacıyla gidip müspet sonuç alınca pek sevindim. Köyde Lütfü Acar isimli bir sümbülcünün bahçesini bulduk, bize rengarenk açmış sümbüllerinden demet demet hediye etti. 

Sümbülde beni çeken sadece kokusu değil, yukarıda zikrettiğim Baki’nin sümbül kasidesindeki beyitini her bahar ilk sümbülü görüşümde söylememin zevkidir. Gerçi seracılar kış ortasında sümbül çıkarıp tabiatın dengesini ve benim de o beyiti vakt-i merhununda söylememin zevkini öldürüyorlar, ama elden ne gelir. İstanbul’da daha önce aynı haddini bilmezliği meşhur çiçekçi Sabuncakis keferesi de yaparmış.

Sümbülde beni çeken diğer bir taraf da hilkatinden geliyor. Kupkuru, neredeyse çürümeye yüz tutmuş bir soğan alıyorsunuz, onu sonbaharda toprağa gömüyorsunuz ve size nefis bir görünüm ve hoş bir kokuyla ilkbaharda cevap veriyor. Bu mucizeye ne denir:

Severim her güzeli Sen’den eserdir diyerek

İstanbul’da sümbül deyince hemen akla gelen Koca Mustafa Paşa’daki Sünbül Efendi Dergahıdır. Bu hafta özellikle sümbül açısından incelemek üzere külliyeye gittim. Dört bir tarafını gezdim. Sadece türbede, sandukanın başucunda küçük bir şişede birkaç sap sümbül bırakılmış. Sümbül adını taşıyan koskoca alanda ne Allah için ne de tarikatın piri Sünbül Efendi Hazretleri için bir tek soğan sümbül ekilmemiş. Sanki alay eder gibi naylondan yapma çiçek buketi içindeki sümbüller türbeye asılmış. Hemen ertesi gün en güzel sümbülümü saksısı ile beraber türbeye gönderdim. Türbedar Hanımefendiye teslim edildi, ama kapalı mekânlarda kaç gün yaşar ki! 

İçinde dört ayrı vakıf bulunan ve milyarlar toplanan külliyede hiçbir zevk-i selim sahibi Müslümanın aklına özel bir sümbül bahçesi yapmak gelmemiş. Hela kapılarına kadar el atılmış, kilitli ayakkabılıklar yaptırılmış, mezarlık telleri değiştirilmiş, fakat şu âna kadar açmış tek bir sümbül soğanı bile ekilmemiş. Halbuki gönül isterdi ki, orada bir sümbül cümbüşü olsun. Her renk, her çeşidi bulunsun. En azından sandukanın etrafı bizim gibi hariçten gelenlerle dahi olsa sümbül saksılarıyla doldurulsun! Sümbülsüz Sünbül Efendi olmasın.

Gül hazin sünbül perişan, bağzarın şevki yok, 

Geldi amma neyleyim sensiz baharın şevki yok

Gül

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden Belde-i Tayyibe’nin “gülleştirilmesi”ni, gülle donatılmasını talep ediyoruz. Fatih Sultan Mehmet’e ecdadının “İslâmbol’u aç, gülzar yap” şeklindeki tarihî hedefine uygun olarak bu “mutluluk şehri’nin büyük bir kampanyayla bir “gülistan’a dönüştürülmesini, bir gülistan olmasa bile en azından “gülşen”lerle donatılmasını gönlümüzden geçiriyoruz. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü – Gül

Meşhur mutasavvıf Ümmi Sinan şiirindeki şehri tarif ederken “bağı, duvarı güldür gül” diyor. Demek ki, sadece gül bahçeleri yetmez, duvarların da sarmaşık güllerle donatılması gerekir. İstanbullular tıpkı yüz bin ağaç kampanyası gibi elli bin gül bizden, elli bin gül sizden anlayışıyla derhal teşebbüse geçmeli. Artık yerli mi olur yoksa yabancı mı bilmem, amma hazırlıklar yapılmalı, güller tedarik edilmeli ve yeni kampanya başlatılmalıdır. Tıpkı Emirgan’daki Lale Bahçesi gibi sadece güllerden meydana getirilmiş bir bahçenin açılması bu kampanyada ana hedef olmalıdır. 

Herhalde isminden dolayı bu özel bahçe Gülhane’de açılabilir. Bu işin yürütülmesini Park ve Bahçeler Müdürlüğü üstlenebilir. İstanbul’da Gül Baba Türbesi ve Gül Camii’nden sonra bir de “gül bahçesi” olabilir. Daha önce Turing Kurumu adına bakımı yapılan Çubuklu, Hidiv Kasrı, Malta Köşkü ve Çamlıca gül bahçeleri vardı. Şimdi de bu kısmen Fenerbahçe’de devam etmektedir. Ama tarihi sorumluluk itibarıyla Belde-i Tayyibe’yi Büyükşehir Belediyesi’nin gülzar yapma faaliyetini üzerine alması gerekmektedir. 

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü

Bugün Gülhane Parkı, ağaçlarından ve adını aldığı güllerinden ziyade hayvanat bahçesiyle tanınmaktadır. Halbuki bir zamanlar Topkapı Sarayı’na gül yetiştirilen bu bahçe şimdi de aynı özelliği taşıyabilir. Sadece küçük çapta dar alanlarda değil, büyük boyutlarda gül bahçeleri Gülhane’nin alametifarikası olabilir. 

Eskiden kültürümüzde “bahçe yapmak” tabiri kullanılırdı. Bazı alanlara, özel kişiler yahut devlet bahçe yapardı. Tıpkı cami yapmak, hamam yapmak, çeşme yapmak gibi. Yani bu bir hayır hizmetiydi. Şimdilerde birçok güzel âdetimiz gibi bu da unutuldu gitti. İstanbul’a gül bahçeleri yaparak Büyükşehir Belediyesi bu tarihî geleneği de yeniden başlatma şerefine sahip olabilir. Teklif bizden, gayret ve himmet sizden! 

Son söz Hacı Arif Bey’den; 

Açıl ey gonca-i sadberk yaraşır 

Sana gülzarda gezmek ne çok yaraşır 

(Hicazkâr)

Meraklısına notlar

1. Sadberk “rosa centifolia” yüz yapraklı bir gül çeşididir. Türünün en makbullerindendir. Gül, havadar orta güneşli yerlerde killi ve kumlu toprakları sever. İyi gül yetiştirilmek için sulamaya çok önem verilmeli, toprak en aşağı 15-20 santime kadar ıslatılmalıdır.

2. Çiçeklerden yayılan koku, günün saatlerine göre değişir. Gülü havanın hafifçe nemli olduğu sabah saatlerinde koklamak lazımdır. Çok sıcak ve soğuk havalarda koku özelliğini kaybeder. Mayıs ve haziran “koku ayları”dır. Gülü koklarken özenle sapından tutmalı ve hafifçe sallamalıdır.

3. Türkiye’de ticari gül yetiştiriciliği Bulgaristan göçmenlerinin Kızanlık’tan getirdikleri güllerle yayılmış, Isparta, Afyon, Aydın, Adana ve Yalova’da odaklaşmıştır. Eskiden bu şehirlere Edirne’yi de ilave edebilirdik. 

Tarihimizde İstanbul’da da Hekimbaşı Salih Efendi, Necmettin Okyay gibi meşhur gül yetiştiricileri çıkmıştır. İstanbul’da benim en beğendiğim gül bahçesi ise Çubuklu Kasrı’ndaki Çelik Bey’in gülşeni idi. Doğrusu Gülersoy’a da bu yakışırdı…

4. Bu yazım üzerine Park ve Bahçeler Müdürlüğü Göztepe’de güzel bir gül bahçesi yaptı. Görmeyenlere tavsiye ederim.

İstanbul'un ağaç ve çiçek kültürü
İstanbul’un ağaç ve çiçek kültürü – Mimoza

Bu yazıyı Halûk Dursun Hoca’nın “İstanbul’da Yaşama Sanatı” kitabından derleyen ve yapay zekâ yardımıyla oluşturduğu fotoğrafları için GÖKHAN GENÇ’e çok teşekkür ederim. 

Gökhan’ın kaleminden daha fazlasını okumak isterseniz USLU KAFALAR’a, yapay zeka ile ilgili çalışmaları için RUPSANATAI sitesine ve ULAKBERİD instagram sayfasına göz atabilirsiniz. 

Çiçeklerle ilgileniyorsanız “GÜZEL KOKAN ÇİÇEKLER” yazım da hoşunuza gidebilir.

Seyahat etmeyi seviyorsanız güncel geziler ve fotoğraflar için instagram sayfamı ziyaret etmeyi unutmayın: FİGEN KOKOL